52 haftada 23 kitap okumuşum aziz silah arkadaşlarım.
1. Franz Kafka - Dönüşüm
2. Barış Bıçakçı - Sinek Isırıklarının Müellifi
3. Raymond Queneau - Biçem Alıştırmaları
4. Barış Bıçakçı - Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
5. Hakan Bıçakçı - Rüya Günlüğü
6. Hakan Bıçakçı - Boş Zaman
7. Yaşar Kemal - Ağrı Dağı Efsanesi
8. Orhan Kemal - Murtaza
9. Selçuk Altun - Annemin Öğretmediği Şarkılar
10. Douglas Adams - Otostopçunun Galaksi Rehberi
11. Alparslan Akkuş - Kaderle Zar Atılmaz
12. Kyung-sook Shin - Lütfen Anneme İyi Bak
13. Zülfü Livaneli - Leyla'nın Evi
14. Orhan Kemal - Dünya Evi
15. Boris Vian - Güllerin Köpüğü
16. Murat Gülsoy - Binbir Gece Mektupları
17. Mustafa Kutlu - Uzun Hikaye
18. İhsan Oktay Anar - Yedinci Gün
19. Lev Tolstoy - İnsan Ne İle Yaşar?
20. Lütfü Şimşek - Sosyal Bilimler ve Felsefe
21. Güntekin Akkuş - Algı Kalesi Rastlantı ve Devinim
22. Hüsnü Arkan - Ölü Kelebeklerin Dansı
23. Selçuk Altun - Ku(r)şun Lezzeti
kendime not : daha çok oku !
Pazartesi, Aralık 31, 2012
Cuma, Aralık 28, 2012
Naber?
Birkaç gün sonra yıl bitiyor. Dedim bari küçük bir 2012 değerlendirmesi yapayım kendimce. Bunu dedim ama bir önceki cümle bittiği an ne kadar balık hafızalı bir insan olduğum gerçeğiyle yeniden yüzleştim. Hiçbir şey hatırlamıyorum! Neyse eldeki dokümanlarda olanlarla idare edeceğiz artık.
Ocak 2012 : Final tatili ve finallerle geçti. KPDS hazırlık kursuna yazıldım. Bunu neden yaptım bilmiyorum. 3 ay boyunca her hafta sonu erken kalkmak. Tamam her hafta sonu diyemeyiz, son 1 ay hiç gitmemiştim. İşe başladım.
Şubat 2012 : Bahar dönemi için ders seçerken okulun 1 yıl uzaması gibi bir ihtimal belirmişti ki neyse ki bertaraf edildi. Dönem başladı. Ortalamamın tavan yapacağına inancım sonsuzdu (yapamadım) Tofaş-Aliağa Petkim maçına gitmişim bir de.
Mart 2012 : Mühendis olarak ilk profesyonel iş görüşmemi yaptım. Tabi sonuç negatif oldu. Kitap fuarına gittim. ÜDS'ye girdim. Tofaş-Banvit maçına gittim.
Nisan 2012 : Kendimi Türk filmlerine adadım. Yemedim, içmedim, izledim. Tez konumu aldım. İşi bıraktım.
Mayıs 2012 : Ayın ilk 10 günü içinde tezimi yazdım ve teslim ettim. Sonuç AA. Hızlı ve bir o kadar da başarılı bir tez dönemi geçirmişim gördüğünüz gibi. ALES ve KPDS'ye girdim.
Haziran 2012 : Finaller bitti. Mezun oldum. İşsiz mühendisler kervanına katıldım. Mezuniyet balosuna ve kep törenine katıldım. Tahmin ettiğimden daha fazla eğlendim. 26 Haziran günü ajandama düştüğüm not: İnsanlar hayatın boyunca kim olduğunu söyleyip duracak sana. Seninse yapman gereken onları susturup "hayır ben buyum" demek. Neden böyle bir şey yazdığımı hatırlamıyorum.
Temmuz 2012 : Aileyle 1 haftalık tatil güzel oldu. KPSS'ye girdim. Atanmak gibi bir derdim hiç olmadı ama neden girdim bilmiyorum. "Okul bitince naapıcam ben ya?" diye kara kara düşündüğüm zaman dilimlerinin birinde başvurduğum için kendimi girmek zorunda hissettim sanırım.
Ağustos 2012 : Yıldız, İstanbul ve Uludağ Üniversitelerine yüksek lisans başvurularında bulundum. İstanbul ve Uludağ'da mülakatlara girdim. Yedim, içtim. yattım.
Eylül 2012 : Yıldız'da mülakata girdim. Totalde başvurduğum 5 bölümden 3'üne kabul aldım. Aralarından birini seçtim ve yüksek lisans belirsizliği ortadan kalktı. 22'yi devirdim. Altında kaldım. İstanbul'a taşındım.
Ekim 2012 : Dersler başladı. Sahaf festivaline gittim. İstanbul'u tanıma turları düzenledim kendime. Alışmaya çalıştım. Alıştım. 13 Ekim günü ajandama düştüğüm not: Aydın ve aydın olmayan arasındaki fark; aydın başına neler geleceğini bilir, aydın olmayan bilmez. Çok daha mutludur.
Kasım 2012 : Derslerin yoğunluğu başladı. Tahminimden daha çok ders çalışır buldum kendimi. İlk defa okul için sabahladım. Son yılların en ağır gribini geçirdim. Ölüyorum sandım.
Aralık 2012 : Derslerin yoğunluğu aldı başını yürüdü. Biri bitmeden diğeri başladı. Arada fırsat bulup tuburuklarla Ezginin Günlüğü konserine gittim. Aylardır sinemaya gitmediğimi hatırlayıp sinemaya gittim.
Evet, ilk etapta aklıma gelenler böyle.
Haydi görüşürüz.
Not: Gelecek ile ilgili teorim.
Cuma, Aralık 14, 2012
merhaba,
Canım o kadar hiçbir şey yapmak istemiyor ki ben de hiçbir şey yapmıyorum. Eskiden yani Bursa'dayken evde yalnız kalmayı severdim. Hatta bazen "allahım ne olur kimse gelmesin ve ne olur evden çıkmak zorunda kalmayayım" diye dua ederdim. Ama şimdi sevmiyorum. Bu evde tek başına zaman geçmiyor sanki. Geçsin diye uğraşıyorum ama olmuyor işte. Dışarı çıksam daha mı iyi hissedeceğim peki? Ondan da emin değilim.
Galiba ben bu aralar genel olarak pek iyi değilim.
Pazartesi, Aralık 10, 2012
ağlama melis
Naber?
Şunu itiraf etmeliyim ki yüksek lisans olayı benim gözümde küçülttüğüm kadar basit bi'şey değilmiş. İlk zamanlardaki "ne kadar zor olabilir ki yea?" gibi söylemlerim yerini "bu kadar da yüklenilmez ki bi insana canım!"lara bıraktı. İnanıyorum ki tez aşamasına geldiğimde daha da hayıflanacağım buralarda. Şimdi gidip literatür tarayıp hiçbir şey bulamayıp kendi kendime sinir olmalıyım. Görüşmek üzere.
Kendime not: Sen kaşındın kızım!
Şunu itiraf etmeliyim ki yüksek lisans olayı benim gözümde küçülttüğüm kadar basit bi'şey değilmiş. İlk zamanlardaki "ne kadar zor olabilir ki yea?" gibi söylemlerim yerini "bu kadar da yüklenilmez ki bi insana canım!"lara bıraktı. İnanıyorum ki tez aşamasına geldiğimde daha da hayıflanacağım buralarda. Şimdi gidip literatür tarayıp hiçbir şey bulamayıp kendi kendime sinir olmalıyım. Görüşmek üzere.
Kendime not: Sen kaşındın kızım!
Pazar, Aralık 09, 2012
Probis
Canlarım, ciğerlerim;
Madem böyle bir güzellik var bana niye söylemiyorsunuz? Niye haberdar etmiyorsunuz?
Hadi siz etmiyorsunuz; günaşırı abur cubur standlarında derinlemesine kazı çalışmaları yapmama rağmen ben niye fark etmiyorum bu minik probisleri? Kim satıyor bunu? Nereden gelir, nereye gider? Az daha düşünürsem çıldıracağım. Hoşçakalın.
Pazartesi, Aralık 03, 2012
çok yorgunum, beni bekleme kaptan. seyir defterini başkası yazsın.
Merhaba,
Twitter'da dolaşırken Pascal Nouma'nın hesabına denk geldim sevgili kardeşlerim. Kendini Türk bayrağına sardığı bir fotoğrafını profil fotoğrafı yapmış. Çok saçma değil mi ya? Adam Fransız, kendini Türk bayrağıyla sarma yapıyor falan. Hadi sarma yapıyor onu geçtim bir de profil fotoğrafı yapıyor. Şimdi çıkıp Türk vatandaşı bir kardeşimiz kendini bilmem ne bayrağına sarıp prim yapmaya çalışsa hoş mu? Nasıl bir ezikliktir bu oğlum Pascal?
Türkçe olimpiyatları mesela. Kız zenci, çıkmış sahneye leylim ley'i söylüyor. Ne alaka ya, ne alaka? Orada toplanmış 3-5 kişi de duygulanıyor, ağlıyor falan. Ben İngilizce şarkılara deli gibi eşlik ederken bi İngiliz'in bana bakıp içlendiğini ya da milli duygularının kabardığını düşünmüyorum açıkçası.
Perse, balık tutan şaşı kedi sokağı'ndan bildirdi.
ilkokul öğretmenim.
o kadar kötü hissediyorum ki kendimi. bi saat kadar önce ekşi'den gelen bi mesajla darmaduman oldum. konu ilkokul öğretmenim hakkında yazdığım bi entry, yani şu:
"yıllar geçtikten sonra
çocukluğumda ne kadar büyük yaralar açtığını daha iyi anladığım öğretmen.
şimdi düşünüyorum da bir insan el kadar çocuklara nasıl yapar böyle şeyler. ilkokul hayatım boyunca hep örnek bir öğrenciydim. derslerim süperdi. sessiz, sakin hatta mazlum bir tiptim bile diyebiliriz. bu sebepten mütevellit 4. sınıfta öğretmenimizin yaptığı bir darbeyle sınıf başkanlığına getirilmiştim. her gün tahtaya tarihi, dersi konuyu yazmak, gelmeyenleri belirlemek, nöbetçi sırasını takip etmek gibi kutsal görevlerim vardı. ve tabi en kutsal görev konuşanları tahtaya yazmak, yaramazlık derecelerine göre onları çarpılarla rütbelendirmek. bir sabah yine sınıfa gelmiş tahtaya dersi konuyu yazmış sınıfta sessizliği sağlamaya çalışıyordum. o sırada bir hışımla sınıfa girdi kabusum. belli ki evde bir şeyler olmuştu. ya kocasıyla tartışmıştı ya da gerizekalı ergen kızıyla. sınıfın o kargaşasını görünce gözleri daha da alevlendi ve o gözler aniden bana çarptı. "ne bu sınıfın hali?" dedi. "öğretmenim ben susturmaya çalıştım beni dinlemediler?" dedim. "kimmiş o seni dinlemeyenler?" diye höykürdü bu kez. ve ben kimsenin adını veremedim. sustum. beyaz yakamdan tuttu. kendine doğru çekti. sıkı bi tokat yiyeceğimi anlamıştım. önce bir fake attı. vurur gibi yaptı vurmadı. tabi ben bu fake sırasında kendimi korumaya çalışınca daha da sinirlendi. peşpeşe tokatlar yedim. ve öğretmenim rahatladı. sinirini bana kusmuştu. o iğrenç sırıtışını suratına yapıştırıp masasına oturdu dersine başladı. bense bütün gün ağladım. birkaç ders sonra öğretmenin yanına gidip istifa etmek istediğimi söyledim. bunu duyunca da bağırdı. ben ağlamaya ve sınıf başkanlığına devam ettim.
ben sadece o gün dayak yemiştim ama öğretmenimizin başka fantezileri de yok değildi. sınıfın erkekleri dersten önce okulun yanındaki parkta top oynarlardı. ama derse vaktinde gelirlerdi. ama o kadın o çocukları okula terli geldiler diye döverdi. sınıfça gittiğimiz piknikte arkadaşımızı köpek ısırmıştı. ve o kadın "niye kendini ısırtıyorsun?" deyip o arkadaşımı da dövmüştü.
seni minnetle değil lanetle anıyorum xxxx."
şimdi düşünüyorum da bir insan el kadar çocuklara nasıl yapar böyle şeyler. ilkokul hayatım boyunca hep örnek bir öğrenciydim. derslerim süperdi. sessiz, sakin hatta mazlum bir tiptim bile diyebiliriz. bu sebepten mütevellit 4. sınıfta öğretmenimizin yaptığı bir darbeyle sınıf başkanlığına getirilmiştim. her gün tahtaya tarihi, dersi konuyu yazmak, gelmeyenleri belirlemek, nöbetçi sırasını takip etmek gibi kutsal görevlerim vardı. ve tabi en kutsal görev konuşanları tahtaya yazmak, yaramazlık derecelerine göre onları çarpılarla rütbelendirmek. bir sabah yine sınıfa gelmiş tahtaya dersi konuyu yazmış sınıfta sessizliği sağlamaya çalışıyordum. o sırada bir hışımla sınıfa girdi kabusum. belli ki evde bir şeyler olmuştu. ya kocasıyla tartışmıştı ya da gerizekalı ergen kızıyla. sınıfın o kargaşasını görünce gözleri daha da alevlendi ve o gözler aniden bana çarptı. "ne bu sınıfın hali?" dedi. "öğretmenim ben susturmaya çalıştım beni dinlemediler?" dedim. "kimmiş o seni dinlemeyenler?" diye höykürdü bu kez. ve ben kimsenin adını veremedim. sustum. beyaz yakamdan tuttu. kendine doğru çekti. sıkı bi tokat yiyeceğimi anlamıştım. önce bir fake attı. vurur gibi yaptı vurmadı. tabi ben bu fake sırasında kendimi korumaya çalışınca daha da sinirlendi. peşpeşe tokatlar yedim. ve öğretmenim rahatladı. sinirini bana kusmuştu. o iğrenç sırıtışını suratına yapıştırıp masasına oturdu dersine başladı. bense bütün gün ağladım. birkaç ders sonra öğretmenin yanına gidip istifa etmek istediğimi söyledim. bunu duyunca da bağırdı. ben ağlamaya ve sınıf başkanlığına devam ettim.
ben sadece o gün dayak yemiştim ama öğretmenimizin başka fantezileri de yok değildi. sınıfın erkekleri dersten önce okulun yanındaki parkta top oynarlardı. ama derse vaktinde gelirlerdi. ama o kadın o çocukları okula terli geldiler diye döverdi. sınıfça gittiğimiz piknikte arkadaşımızı köpek ısırmıştı. ve o kadın "niye kendini ısırtıyorsun?" deyip o arkadaşımı da dövmüştü.
seni minnetle değil lanetle anıyorum xxxx."
xxx'lerin yerinde anlayacağınız üzere öğretmenimin ismi yazıyordu. gelen mesajda da entrydeki hakaretleri ve ismi kaldırmam rica ediliyordu. "entrynin ilgili kişilerce okunduğunu ve keşke bu elim vaka olmasaydı dendiğine emin olabilirsin." hadi ya? entrynin tamamını sildim. amacına ulaştı çünkü. bir de mesaja güzel bir cevap yazdım. vicdan rahatlığı temalı. eğer istediğim gibi bir cevap gelirse unutmaya çalışacağım o zamanları. yok gelmezse entry sözlükteki yerini yeniden alacak. "sadece rica ediyorum şu an" demiş bir de. hani yoksa hukuki yollara başvurulacak. peki seni bu çocuklara yaşattığın travmalara karşı hangi yasa koruyacak? şimdilik beklemedeyim. hem cevabı bekliyorum hem de sakinleşmeyi. sonrasını hep birlikte göreceğiz.
iyi geceler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)