Çarşamba, Ocak 25, 2012

naber barış bıçakçı ?

barış bıçakçı'yı sevmemin nedenini düşünürken yakaladım biraz önce kendimi.
*
aslında kasvetli şehirler, birbirleriyle dipdibe olan evler oldum olası irrite etmiştir beni. nefes alamam hiç oralarda. ankara gibi. ya da cemil'in yaşadığı toplu konutlar gibi. öyleyse neden seviyorum ben bu barış abinin yazdıklarını? bulamıyorum kesin cevabı. sevdiğim şey sıradanlıklar içinde sıradan olmaya çalışan marjinal karakterler mi? yoksa o karakterlerin fazla gerçekliği mi? bilmiyorum.
*
okuduklarımın değerlendirmesine gelelim şimdi:
*
*
birkaç saat önce bitirdiğim sinek ısırıklarının müellifi'nden başlasam daha iyi olacak sanki. açık sözlü olmak gerekirse tam da beklediğim gibi bir roman. barış abinin sevdiği tip karakterler. toplu konutlardaki tekbaşınalık. sanırım bu kelime grubu özetliyor cemil'in hayatını. nazlı ile olan aşkları ise bana göre en az ankara kadar kasvetli ve soğuk. nazlı biraz daha başka türlü olmalıydı. biraz daha cemil gibi.
*
ve şu satırlar ise çok güzel : "hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret. periyodik tabloyu ezberlesek yeter. evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? anlam ağırdır... dibe çöker. falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar."
*
gelelim aramızdaki en kısa mesafe'ye. çocukluğundan ergenliğine, oradan da gençliğine, yetişkinliğe atlıyor bu kitapta bay bıçakçı. onun hatırladıklarını okuyunca siz de başka şeyler hatırlıyorsunuz ve ürperiyorsunuz. hüzünle okuyorsunuz bu kitabı. her bölümün son cümlesi kağıt kesiği etkisi yaptı bende. yara bantlarınızı yanınızda bulundurun okurken.
*
baharda yine geliriz. okuduklarım içinde en vasatı sanırım. ya da ben okumadan önce beklentilerimi biraz fazla tutmuşum. bilmiyorum. bu kadar güzel ve naif bir isme ve puslu ve kışkırtıcı bir kapağa sahip bir kitaptan az şeyler beklemem mümkün mü peki? aklımda kalansa tek bir cümle. "insan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
*
ve son. aslında barış bıçakçı'yla tanışmam bizim büyük çaresizliğimiz ile oldu. utanç verici biliyorum ama onu bile çok geç keşfettim. önce kapağına vuruldum kitabın, sonra ender ve çetin'in dostluğuna. ya da daha doğru bir anlatımla ender'in çetin'i ve aralarındaki ilişkiyi masalsı anlatışına. o kadar gerçekçi bulmuştum ki yazılanları. kendime bile şaşırmıştım. aslında okumayanlar için fazla bir spoiler içermesin istiyorum bu yazı ama elimden gelmiyor. ender'i anlatmayı ve anlamayı reddetmek mümkün değil. aslında okurken ilgimi çeken satırları çizerim ama nedense bu kitapta tek bir izim yok. olaya kendimi fazlaca kaptırdığım burdan bile belli olabilir sanırım. ama hatırladım bir kısım var. çetin ender'e diyordu. "dostum, her şeyin farkında olduğun için mi yalnız ve mutsuzsun?" ender tam da böyle biri benim için. kırılgan ve sessiz. ama bir o kadar da kuul.
*
bir de filmi var bu kitabın. yönetmeni seyfi teoman. üniversitedeki film festivali sayesinde sinema atmosferinde izleme şansı buldum ki bunun için oldukça şanslı hissediyorum kendimi. her kitap uyarlamasında olduğu gibi eksikler var muhakkak. ama benim şu ana kadar izlediğim uyarlamalar içinde kafamda kurguladığım ile en paraleli. özellikle ender'i oynayan ilker aksum. başka biri bu kadar ender olamazdı sanırım. izleyin.

Salı, Ocak 24, 2012

perseler ve gündüz kuşağı

merhaba.

tatil gibisi yok kardeşim. bunu bilir ve söylerim. hele ki sömestr tatili gibisi hiç yok. özellikle benim gibi soğuk sevmeyen bünyeler için biçilmiş kaftan. dışarda toto dondurucu bir soğuk, içerde ise çaylar, yastıklar, pijamalar. güzel yani.

bütün günü evde geçirmeye başladığımdan beri farkettim ki televizyon kanallarının -neredeyse hepsinin- gündüz kuşağı programları berbat. hepsi kötü olduğu için biri de çıkıp daha iyisini yapma gereği duymuyor herhalde. içler acısı. oturup ağlayabilirim.

yemek programları desen bi samimiyetsiz. sunucuların ortak noktası her şeye şaşırmak, her yöresel şeye aşık olmak.

giyim kuşam programları hakkında konuşmak istemiyorum. zira başlarsam sayfalarca sürebilir. yalnız ivana sert, tivitır hesabında aynen normalde konuştuğu gibi yazıyor. çok komik. yıh yıh.

evlilik programları dizi gibi. öncesini bilmeden izleyince bir şey anlamıyorsun. o yüzden çabuk vazgeçtim.

dizilere gelelim. yıl olmuş 2012 hala akasya durağı, hala arka sokaklar. içimi şişirdiler. adanalı da yayınlanıyor. ona katlanamıyorum bile. fox tv'de unutma beni diye bir dizi var. uzun süredir izlememiştim ama olayı hemen kaptım yine. haftaiçi her gün dizilerinin en güzel yanı bu sanırım. 2 yıl izlemesen de 2 bölüm izleyince hiç ara vermemiş gibi devam edebiliyorsun. nasıl bir senaryo taktiği uygulanıyorsa artık takdire şayan.

tv konusunda daha iyi bir fikri olan varsa alabilirim.


bu arada, evet, artık ben de kendimi kontol edemiyorum. tivit atıyorum.

Pazar, Ocak 22, 2012

kuşburnu

naber?
&
ciddi anlamda hızlı konuşan insanlara karşı kin, nefret, öfke ve bilumum kötü duygular besliyorum. onlar bik bik bik konuştukça beynim deliniyor sanki. biri kafatasımı matkapla oyuyormuş gibi hissediyorum. bu ne acele yarabbi? kelimeler bu kadar güzelken onları daha çabuk harcamaya çalışmak gereksiz bir çaba. hoş, gerçi bu insanlar böyle konuşmak için çaba sarfediyorlar mı, yoksa içten gelen bir şey mi bu bilmiyorum ama kötü yani. frenleyin kendinizi azizim. çekmek zorunda mıyız biz?
&
bu insanlardan okulda vardı bir tane. asistanlardan. yemin ediyorum 1 saatlik ders bitmiyordu. öldürüyordu beni. bu dönem derslere girmediği için gayet mutluyken şimdi de başka bir tanesi kursta karşıma çıktı. öldürüyor beni. gözümü kapatıyorum. dinlememeye çalışıyorum. midem bulanıyor. dayanamıyorum.içime öküz oturdu adeta.
&
adam gibi kitap okumalara geri dönmenin de vakti geldi artık. final zamanı elimde olan muhteşem kitapları okumama kararı almıştım. zira araya boşluklar girince ya da kafada başka şeyler olunca yazık oluyor. hakkını veremiyorsun ne yazarın, ne yazılanların. hal böyle olunca ben de zamanında ucuz diye aldığım bestseller romanları okuyayım dedim. yani malum, kafa yormaya gerek yok. çerez gibi, film izler gibi okuyorsun. neyse işte hollanda isimli bir kitap almıştım geçenlerde. onu aldım elime. allahım! isimler bi garip, olaylar bi garip, bağdaştıramadığım bi ton luzumsuz luzumsuz şey. bıraktım bir kenara. dedim herhalde benim beynim yeterince dolu olduğu için böyle oldu, veremedim kendimi. neyse gittim pek çok kişinin beğendiği boksör böcek'i aldım. yok, bi 50 sayfa ancak okudum ama gitmiyor ve gideceğe de benzemiyor. onu da bıraktım bi kenara. altıüstü iki bestseller okuyup kafa dinleyecektim ama katlanamadım. bir kafka, bir sartre, bir dostoyevski okusam ancak bu kadar zorlanırdım heralde. sürekli boleyn kızı, ejderha dövmeli kız falan okuyanlara allah sabır versin.
&
şimdi canım barış bıçak'dan canım sinek ısırıklarının müellifi'ni okuyacağım.
&
yol uzun, memleket şartları çetin.
biz artık gidelim.
&

Cumartesi, Ocak 21, 2012

beni kategorize etme

uzun ve yorucu bir final döneminin ardından hepinize merhabaaa dostlar, merhaba.
*
öncelikle belirtmek isterim ki şu son 2 haftada yaşadığım sinir, stres ve yorgunluk; son 2 yıl içinde totalde yaşadığım gerginliklerin 1500 katı olabilir. benim gibi uykusuzluğa dayanamayan, dünya yansa uykusundan vazgeçemeyen miskin tipler için günde 3-4 saatlik uyku ile ayakta durmak inanın ki tüm felaketlerden beter. artık son günlerde kaldırım taşlarını bile pofuduk yastıklar olarak görmeye başlamıştım. düşünün durumun vehametini. neyse ki milletçe birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan o günler geride kaldı. daha fazla konuşmayayım.
*
tabi ben buralara yazamazken pek çok şey oldu galaksimizde. öncelikle hrant dink'ten bahsedelim. aslında tam olarak ondan değil de sürekli kafatasçılık yapıp beni çileden çıkartan tiplerden. neymiş efendim hrant dink ölünce tüm türkiye seferber olmuş, ama şehitlerimiz için kimse kılını kıpırdatmamış. yahu kardeşim her şehit haberiyle yıkılıp, sokaklara dökülmüyor mu bu millet? allah aşkına daha birkaç hafta önce bu ülkenin her yerinde şehitlerimiz için yürüyüşler düzenlenmedi mi? hepimiz evlere bayraklarımızı asmadık mı? televizyon programları bu konu üzerine haftalarca konuşup, kimi eğlence programları durdurulmadı mı? hangimizin içi yanmadı? kim "askerler ölsün, ermeniler yaşasın" dedi? kör müsün? sağır mısın? nerde yaşıyorsun?
*
insanlar öyle bencil hale gelmiş, öyle çok ötekileştirmeye alışmışlar ki artık, bir insan için yapılan en ufak şey bile batıyor herkese. hrant dink ermeni değil rum olsaydı, irlandalı olsaydı, ugandalı olsaydı da eminim aynen böyle olacaktı. birileri çıkıp "elin bilmem kimi için bağırıyorlar, şehitlere gelince kimse sesini çıkarmıyor" diyecekti. birilerine batacaktı yapılanlar. anlamıyorum, sadece insan olması yetmez mi birileri için ses çıkarmaya? bu ülkede o kadar çok aydın, o kadar çok cahil, o kadar çok solcu, o kadar çok sağcı, o kadar çok "insan" öldürüldü ki bir şekilde artık doğal geliyor cinayetler demek ki kimilerine. biri kalkıp bir şeyler yapmaya çalışınca altında neden arıyorlar. halbuki öldürülenlerin ne ırkı ilgilendiriyor beni, ne cinsiyeti, ne yaşı? sadece birilerinin yaşama hakkı savunulamaz mı?
*
geçmişte bir çok türk aydın da öldürüldü. uğur mumcu, apdi ipekçi, necip hablemitoğlu, madımak kurbanları ve daha onlarcası. yaşım sebebiyle pek hatırlamıyorum açıkçası arkalarından yapılanları. belki bugün hrant dink için yapılanların 10'da 1'i bile yapılmadı. ama bence yapılmamasının sebebi 80'lerde temelleri atılan ve bugün hala en büyük derdimiz olan apolitik halk. etliye sütlüye karışmadan, başı önünde yürüyen insanlar. ve ben bugün hrant dink için yapılanları artık o psikolojiden ülke olarak kurtulmaya başladığımızın göstergesi olarak görüyorum. iyimser olmak istiyorum ya. çok mu? bu ülkede sırf kadın olduğu için öldürülenler var perse, ne iyimserliğinden bahsediyorsun sen, derseniz de haklısınız ne diyeyim. ama umut fakirin ekmeği işte.
*
ben sadece kimse kimsenin canını yakmasın, canını almasın istiyorum. "insan" olmak yaşamaya yetsin istiyorum. niye illa etiketliyoruz birbirimizi? neden sizcilik, bizcilik oynuyoruz? ermeniymiş, türkmüş, kürtmüş, kadınmış, erkekmiş benim um-rum-da-de-ğil. kim seçebildi ırkını, cinsiyetini, doğduğu coğrafyayı bugüne kadar? kimi ne için suçluyoruz?
*
*

Perşembe, Ocak 05, 2012

mandalina


kankular,
final tatilinin 4. gününe geldik. ve ben henüz kitap dahi açmadım. onun yerine dün mesela darlanıp attım kendimi dışarı. tek başıma gezdim, yemek yedim falan. aslında tek başına bir şeyler yapmaktan hoşlanan o kuul tiplerden değilim maalesef. ama mecbur kalınca yapıyorum. ve dün farkettim ki o kadar da kötü bir durum değil. arada yapılabilir.
her kadına olduğu gibi para harcamak beni rahatlatıyor. "var ki harcıyorsun" geyiği olmasın. kredi kartına yükleniyorum. ve evet harcarken sanki bu borçları sonra ben ödemeyecekmişim gibi hissediyorum. anlık mutluluk! ve sonra "son ödeme tarihi" gerçeğiyle yüzleşiyorum. ardından günlerce gelen sefalet!
bu postu ders çalışmaya başlamamak için yaptığımı umarım anlamamışsınızdır.
finaller bitse de istanbul'a gitsek !
görüşenzi.

Pazartesi, Ocak 02, 2012

duvar


merhaba.
-
öyle durgunum ki şu sıralar; yeni yıl için post atmayan yeryüzündeki tek bilogır oldum sanırım. teşekkürler, teşekkürler.
-
bugün itibariyle final tatiline girdim. ve biliyorum ki yine finallere çalışmak dışında her şeyi yapacağım bir süreç olacak bu tatil.
-
birkaç saniye önce farkettim ki bu posta yazacak herhangi bir değişiklik, hareket vs. yok hayatımda. adeta milka'nın mor ineği gibi bakıyorum hayata. karşımda tavuk dama oynuyor. ben mal mal bakıyorum. öyle yani.
-
görüşürüz.