Pazartesi, Mayıs 30, 2011

naber?

naber?
aslında şu saatte ders çalışıyor olmam gerek. ama. ama. ama. dayanamıyorum. biyoteknoloji denen teknoloji türürnün doğmasına neden olan tüm mikroorganizmaları öldürmek istiyorum. sabaha kadar baştan sona çalışmam gereken 2 kitapla bakışmaktan yoruldum. okunacak milyonlarca
sayfa, milyarlarca cümle ve trilyonlarca kelime var. gerginim. sinirliyim. henüz final haftasına yeni girmişken yani daha ilk final öncesi bu psikolojiye büründüğüm için korkuyor, önümdeki 2 haftalık süre için endişe duyuyorum. bu kadar ağır yükü kaldıramamaktan korkuyorum. finaller geldiğinde mi ben böyle olurum? yoksa böyle olduğumda mı finaller gelir bana? ayrıca bunun finallerle ne ilgisi var? of. çok sıkıldım. oooow çekilin yoldan vahşi batıdan geliyorlar. amerikanlar eskidi bunlar turkish kovboylar.
uçtumzi.

Cumartesi, Mayıs 28, 2011

nasıl delirdim?



çapsız insanları rektör, dekan, bölüm başkanı vs. yapmalarından nefret ediyorum. nadide üniversitemin rektörü biraz önce tv'deydi. henüz 2 aylık rektör olduğundan mütevellit yapcaklarından bahsetti bol bol. tamam buraya kadar normal. herkes gibi. programın sonunda sunucu kadın "sizin çocuğunuz üniversitenizde okuyacak olsa hangi bölümde okumasını istersiniz?" gibisinden bir soru sordu. bizim kamil'in cevabı " tabi ki tıp fakültesi. ben diğer fakülteleri ikinci planda görüyorum" bu ne ya? bu nasıl bir rezillik? böyle bir rektörden insan ne bekleyebilir? bu insana oy veren akla peki ne diyeyim? sonra bu oy veren diğer fakültelerin hocaları başlıyorlar "vay efendim, döner sermayeden en büyük payı tıp fakültesi alıyor". e bu mantıkta bir rektöre sahipsen başka ne bekleyebilirsin ki? adam açıkca "eğer bu okulda adam yerine koyulmak istiyorsanız yemekhaneye bile önlüğü ve stetoskopuyla gelen tıp öğrencilerinden olmanız gerek" diyor. hepiniz iğrençsiniz.

Perşembe, Mayıs 26, 2011

çoğunluk

sonunda şeytanın bacağını kırıp çoğunluk'u izleyebildim birkaç saat önce. beğendim mi? evet. 10 üzerinden 7 verebilirim hatta. çoğunluk bir durum filmi. ve yorucu bir film her şeyden önce.


hepimizin az buçuk tanıdığı insanlar mertkan ve ailesi. içinde oldukça kopuk ancak dışarıdan bakıldığında normal bi aile. mertkan her yerde karşılaşabileceğimiz tiplerden. arkadaşlarımızdan, akrabalarımızdan biri belki de. içine kapanık, sürekli üfleyip püfleyen, heyecansız, duygusuz, ailesinin ona sunduğu hayatı koşulsuz kabul edip yaşayan biri. baba da öyle. kendi babasının ona öğrettiğinden ne 1 gram fazla, ne 1 gram eksik. abi desen o da evinden, babasından kurtulmak için evlenmiş ancak bu kez kendi evinde babası gibi olmuş biri. anne ise farkında yaşadıkları kopukluğun. ama yapabileceği bir şey yok. nasıl böyle duygusuz evlatlar yetiştirebildiğini düşünmekten başka. ve bu aile hepimizin iyi bildiği gibi günümüz koşullarında normale yakın bir aile.





film ailenin karakterlerini oldukça iyi işliyor. insan gerçekten varlıklarına inanıyor kendilerinin. ancak "gül" karakteri ise fazla gerzek açıkça söylemek gerekirse. marmara'da sosyoloji okuyup en büyük hayali yakışıklı bir erkekler evlenmek olan kız tipi nedir ya?




nihal koldaş, anne rolüyle siyad 43. türk sineması ödüllerinde en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü almış ama bir ödül de ben vermek istiyorum kendisine. 1. ördeklere ne oldu türk sineması, en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü. tebrikler, tebrikler ve tebrikler kendisine.

ayrıca siyad ödüllerinde en iyi film ödülünü de çoğunluk almış. ancak bana kalırsa bir kosmos değil.

Çarşamba, Mayıs 25, 2011

Salı, Mayıs 24, 2011

sultan

eski türk filmlerini izlemeyi öyle çok seviyorum ki daha önce bu konu hakkında bir şeyler yazmamış olmama şaşırıyorum. şimdi trt'de sultan'ı görünce aklıma geldi.



öyle güzel öyle şahane filmler var ki birinin adını söylesen öteki darılır. birine yüzünü çevirsen öbürü alınır. düttürü dünya, züğürt ağa, kurbağalar, derman, ah nerede, hababam sınıfı, kadının adı yok, susuz yaz, yılanların öcü, teyzem, dila hatun, canım kardeşim, oh olsun, süt kardeşler, bizim aile, gülen gözler, aile şerefi, açlık, öğretmen, turist ömer, tosun paşa, kibar feyzo, baraj, kapıcılar kralı, selvi boylum al yazmalım, neşeli günler, berdel, yavrularım, sürü, mavi boncuk, şekerpare, asiye nasıl kurtulur, iffet benim en sevdiklerim. ya da ilk etapta aklıma gelenler diyelim. bu sözünü ettiklerim zaten herkesin izledikleridir muhtemelen ama bunlar dışında bugüne kadar pek öne çıkmamış öyle güzel filmler var ki şaşılası bir durum. o nedenle denk geldiğim vakit hangi film olursa olsun oturup bayıla bayıla izliyorum. olmazsa internetten bulup bir şekilde izlemeye çalışıyorum eksik kalmış filmleri. bu nedenle artık sık sık eski türk filmleri konulu postlar okuyacaksınız benden.

hazır konu sultan'dan açılmışken ve bendeniz taze taze seyretmişken ondan başlayalım.
1978 yapımı bir kartal tibet filmi sultan. senaryosu önünde saygıyla eğildiğim yavuz turgul'a ait. türkan şoray, bulut aras, şener şen, adile naşit, erdal özyağcılar, güzin özyağcılar, ilyas salman, ihsan yüce oyuncular arasında. konusunu pek derin anlatmaya gerek dahi duymuyorum. zira bilmeyen yoktur. ancak izlerken benim yine takıldığım nokta aynıydı. dört çocuk anası bir kadın , hayatını tam anlamıyla çocuklarına adamış geçim sıkıntısıyla boğuşurken bir adamın ilgisiyle kadınlığını, kadın olduğunu hatırlıyor. sultan'ın o hafif mahçup genç kız halleri, aynanın karşısına geçip kendini seyretmesi o kadar doğal ki. o kocaman gözleriyle inandırıyor kendine. insanın canı gidiyor derler ya. aynen öyle oluyor bana her seferinde. cahit berkay imzalı müzikler de girince devreye insan iyice kendini filmin içinde buluyor. izlemekten başka bir şey yapamıyor.
ve akılda kalan :
- annneee, gözüme sabun kaçtı yeaa
- iyidir sabun kaçması. göze parlaklık verir.

Pazartesi, Mayıs 23, 2011

***

* final tatilindeyim. gram ders çalışmadım henüz. arada çalışma isteği geliyor, duruyorum, geçiyor.
* 5 haziran'da kuzenimin mezuniyeti var. ancak o tarih tam da finallerimin ortası olduğundan gidip gitmemek konusunda kararsızım. gidesim var bir yandan da yol gözümü dağlıyor. bir ara oturup karar vermeliyim.
* fenerbahçe şampiyon oldu. her sene seviniyorlar. durduramıyoruz azizim.
* 20'lik yine hortladı. ara sıra bazı bazı muazzam ağrılar çekiyorum. acı eşiğimin bu kadar yüksek olmasına kendim bile inanamıyorum.
* küçük iskender'i kaldıramayacak kadar yüzeysel bir insanım. ilk denemem zatülcenp ile bunu anladım. yarım bıraktım. her gün bir yeni bilgi.
* dün gece muhabbet kralı'nda mevzubahis "kitap". hakan abi'nin ağzının içine baktık. derken uyuyakaldım. uyumayıp sonuna kadar izleyenler bana özet geçebilir.
* sözlüğe uzun süredir hiçbir şey yazmıyordum. son günlerde açıldım.
* her gece 03:00 - 05:00 saatleri arasında uyuyakalıp sabahları 12:00'de uyanıyorum. bu kadar uykuyu bünyem neresine saklıyor merak ediyorum.
* ne zamandır sporu aksatıyordum ki tartıya çıktığımda yüzleştiğim gerçekten sonra paşa paşa gider oldum.
* şu sıralar hiçbir şey okumuyor, izlemiyorum. ottan, çiçekten, böcekten farkım ne merak ediyorum.
* yaz geldi. mutluyum.
* blogumun yaş gününü kutlayan olmadı. mutsuzum. hediye bile verecekti oysa ki.
* aile ile yaşama olayı her geçen gün daha da sıkmıya başladı. dayanamıyorum. may day!
* burasını günlük olarak kullanmaya başladım. farkındayım.

cannes &

biraz geciktim ama yazmadan geçmeyeceğim malumunuz.
nuri bilge ceylan bir kez daha cannes'dan ödülle döndü. uzak, iklimler, üç maymun'dan sonra bir zamanlar anadolu'da da ödül almayı haketti.
sanatı sanat için yapan insanlardan nuri bilge ceylan. yalnız ve güzel ülkesinde her ne kadar pek izleyeni olmasa da - gişe başarısından bahsediyorum- vazgeçmiyor tarzından, güzelliğinden. vazgeçmesin de zaten. seviyoruz onun elinden çıkanları izlemeyi.
başarılar. devamlı.
p.s : esasen daha uzun bir şeyler yazmak niyetindeydim ya neyse ...

Pazar, Mayıs 22, 2011

Cuma, Mayıs 20, 2011

ördekler 1 yaşında


ben farkında olmadan blogumun 1. yaşgünü gelmiş geçmiş. tey tey!
ilk postu girdiğim gün, "kim okuyacak ki şimdi bunu?", ne yazacağım ki?" gibi endişelerim vardı. ki görüldüğü gibi endişelerimde haklıymışım. oh shit! gördüğümüz gibi 365 gün, 12 ay, 4 mevsim geçti ama benim izleyici sayım 20'yi geçemedi.. tabi bu sorunun temel nedeni benim iki post arası çeyrek asır boşluk bırakmam da olabilir ya neyse. olsun canım izleyicilerim. siz bana yetersiniz. sizi seviyorum.
ve gelelim sürprize. ördekler, 1. yaşgünü sebebiyle size hediye veriyor benim sevimli izleyicilerim. en güzel hediye nedir? tabi ki kitaptır. size sunacağım seçenekler içinden birini seçip sahip olabilirsiniz hediyenize. tabi bunun için bu postun altına yorum yapacaksınız, ben de kura çekeceğim. zaten sayımız bir elin parmaklarını ancak geçtiğinden bana çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin.
hııııı, belirtmeden geçmeyeyim izleyici kitlem içinde olan kankeytolarım siz hediyeden faydalanamazsınız. çünkü siz bana hediye alacaksınız. evet.

Perşembe, Mayıs 19, 2011

bile


ve bir şeyler dolanır dilime.
"bir kere sevdaya tutulmaya gör;
ateşlere yandığının resmidir.
aşık dediğin mecnun misali kör;
ne bilsin alemde ne mevsimidir"
CST

Salı, Mayıs 17, 2011

dün.

dün ders çalıştım. her bilgiyi kabullendim.
sonra sıkıldım. sorulara cevap aradım.

korkma

uyuyorsun. rüya bile görüyorsun. yemyeşil bir ovada koşuyorsun o boyutta. bilmem kaçıncı boyutsa işte. rüyan o kadar uzun ki sanki saatlerdir elinde tutuyor seni. her şey bir rüya. farkındasın. kurtulmak istiyorsun ama ne mümkün. namümkün. oysa sadece birkaç saniyedir o ovadasın. farkında değilsin. zaman kavramın yok. çünkü uyuyorsun. henüz çişin gelmedi. susamadın da zaten. vakit var. sadece uyuyorsun. sadece uyu. mfhm.
saat 01:48. tik tak tik tak tik tak. açtın gözlerini. terlisin. yorgunsun. ovada koşmaktan yorulmuşsun. ne yapacaksın? korkuyorsun. karanlıktan, sessizlikten korkuyorsun. perde mi kıpırdadı ne? yok yok. olur mu öyle şey ya. ya olursa? KORKMA, KORKMA, KORKMA.
kalktın yataktan. yorganın altı sıcak ama üstü soğuk. ama şimdi onu düşünecek değilsin. hemen kalkıp dışarı atmalısın kendini. nefes alman gerek. yoksa ölürsün. terliklerin yok yatağının yanında. şimdi onu da düşünemezsin. çünkü sen anne değilsin. oysa anneler her şeyi düşünür. olsun üzülme. geçer. koşuyorsun balkona. parkelerin üzerinde hızlı adımlar atıyorsun. bir an aklına alt kattaki komşun geliyor. şimdi onu düşünmemelisin. çünkü muhtemelen o seni düşünüyor şimdi. senin ne kadar gürültücü, saygısız olduğunu geçiriyor aklından. ama bravo sana. sen ondan birkaç saniye önce düşünmüştün tüm bunları. rahat olabilirsin o yüzden. rahat. çok rahat.
balkon kapısını açtın. uuuuu bebeyim. o serinlik. serinlik, yüzünün her kıvrımına adını yazıyor. kalemi gıdıklıyor gamzelerinin içini. deriiiiiin bir nefes alıyorsun. oksijen yakıyor gırtlağını. aldığın nefes önce ısınıyor içinde. hissediyorsun sahip olduğu yeni sıcaklığı. sonra izin veriyorsun daha derinlere inmesine. ve hacmin doluyor. bitiyorsun. benimsediğin o nefesten ayrılma vakti geldi bebeğim. hadi bırak onu usulca. o artık senin değil. o aslında hiçbir zaman tam anlamıyla senin olmadı. hadi şimdi ver onu bana hayatım. istemeye istemeye bırakmaya başlıyorsun. senin olan tüm nefes karışıyor boşluğa. senden sonra başkalarının içine girecek. ve o başkaları da onu tam benimsediği sırada o onları yine yüzüstü bırakıp gidecek. doğanın kanunu bu kuzum. doğan mı? oda kim? değiştiremezsin kanunları. idrak ettin tüm bunları. yaklaşık 27 saniyede. nöronların her geçen gün daha da tembelleşiyor. farkındasın. ama önemsemiyorsun. şimdilik.
şimdi geri döndün. tekrar evdesin. kapalı kutuda. yarın kötü bir gün olacak. hissediyorsun. ama yarın olabilmesi için önce uyuman gerek. bunu da biliyorsun. o yüzden uyumak istemiyorsun. ve uyumayacaksın. odana girdin. yatağına da. gözlerini kapattın. uyku gelecek. ama sen onu geri püskürteceksin. yarın olmasına izin vermeyeceksin. kötülerin ve kötülüklerin seni bulmasına izin vermeyeceksin. sen çok iyisin. çizgi film kahramanları kadar iyisin. ve zaten iyiler gerçek olamayacak kadar iyidirler. pusuda bekliyorsun. bekle. az kaldı. işte geliyor düşmanın. uykun geliyor. ip gibi uzanıyor uykunun elleri üzerine. o kadar inceler ki nereden geldiklerini göremiyorsun. göremediğin için kendini koruyamıyorsun. en çok göz kapaklarına saldırıyorlar. sen açmaya çalıştıkça onlar kapatmak için uğraşıyor. işin garip yanı yer çekimi de uykunın yanında. senin karşında. sen ona ne kötülük yaptın ki bunu hakedecek. neden senin değil de onun yanında. düşünüyorsun. ama cevap bulamıyorsun tabi. göz kapaklarından sonra beynini de ele geçiriyor uyku. hükmedemiyorsun kendine. başka şeyler düşünmek istiyorsun. hayatta kalmak istiyorsun ama o seni bir başka boyuta çekiyor. KORKMA.
pes ediyorsun. yapacak bir şey yok. teslim oluyorsun. kötüler kazanıyor. ve hayatında ilk defa kötülerin neden kazandığını sorgulamıyorsun. evet, sen de bu duruma alıştın. aynı insanlar gibi. gün ola harman ola diye geçiyor aklından. gittikçe babaannene benziyorsun. KORKMA. yarın belki de o kadar kötü olmaz her şey, ne dersin?

Pazar, Mayıs 15, 2011

eurovision '11


o değil de azerbaycan kazanınca biz de kazanmış sayıldık.

sayın günlük

sıkıcı bir eurovision akşamı.
bir tek bana mı böyle oluyor yoksa herkes için mi böyle bilmiyorum ama türkiye olmayınca işin içinde o kadar da heyecanlanmıyorum. tabi normalde de çok büyük bir heyecan yaşamıyorum sırf yarışma var diye ama en azından izlerken keyif alıyorum. lakin bu yıl bir soğuk, bir isteksiz, bir bıkkın, bir laçka izliyorum. milliyetçi ruhum sadece eurovision'da şahlanıyor sanırım. yazık bana.
saçlarımı kestirmeye uzun zaman önce karar vermiştim ama bir türlü kuaföre zaman ayırıp gidememiştim. bugün şeytanın bacağını kırdım. gittim. adam nasıl bir şeyler istediğimi sordu haliyle. ben de kısa olacak, şöyle olacak, böyle olacak tarif ettim. neyse aldı makası eline adam. tam başlayacak. nasıl cesaret ediyorsun, çok kesmesek mi, bak ne güzel uzun vs. cümleler kurmaya başladı. hayır, zaten uzun saçtan vazgeçemeyen biri olarak zar zor karar vermişim, cayıp kalkacağım koltuktan o olacak. neyse, adama da anlattım bu durumu. hala diyor ki ben biraz keseyim, istersen sonra daha da kısaltırız. hasılı kelam korka korka kesti saçlarımı. şimdi kısacık kaldım. ama beğendim son durumu, mutluyum.
eurovision'da oylama başladı. bakalım ne olacak?
yarın pazar ayrıca. yani artık bugün pazar. sıkıcı pazar. kötü pazar. yine mi pazar? yine mi pazar? pazar seven insanları sevmediğimi daha önce de söylemiştim değil mi?
gittim.
ayrıca ilk 12 puan goes to azerbeycan. ay balalarım benim.

Cuma, Mayıs 13, 2011

sevgili günlük

evet efeeem. sonunda staj düğümümü çözdüm. gayet rahat ve bir o kadar da mutluyum. yaz aylarının bir bölümünü merkez araştırma labaratuvarında bir kısmını ise coca cola'da geçireceğim. ki coca cola kısmından para bile kazanacağım. omaygad!
staj tarihlerimi belirlediğimden mütevellit tatil planları yapmaya başladım. deniz, kum, güneş... nerelere nerelere gitsem ki? felaket derecede yüzmeyi özledim. bol bol denizde, havuzda boy verip, "girince alışıyosun" klişesi yapmayı planlıyorum. belirteyim.
finaller yaklaşıyor. dertliyim. vize sonuçlarım bu kadar berbatken nasıl bir final dönemi geçireceğimi merak ediyorum. masanın başına bi çalışma hevesiyle oturup bir paragraf okuduktan sonra kalkmaya başladığım iğrenç dönemlere başladım. hof.
spor olayını çok boşladım bu aralar. hayırlısı.
az'ı bitirdim sonunda. hakan abi kurgusuyla büyüledi yine. ama alıştığımız hakan günday tarzından biraz farklıydı sanki. ama şahane azizim, şahane yine. şimdi küçük iskender zamanı. kendisinin ilk defa bir kitabını okuyacağım. meraklıyım.
üsküdar'a giderken diye bir dizi başladı malumunuz. izleyin efendim bunu. başına oturup sesli gülüyorum yeminle.
bunların dışında batı cephesinde yeni bir şey yok.
kaçanzi.

Pazartesi, Mayıs 09, 2011

Pazar, Mayıs 08, 2011

annem !

annem !
böyle anneler günü, babalar günü vs. bana saçma geliyor, biliyorsun annem. pek aldırmıyorum. ama bu demek değil ki seni sevmiyorum. ben seni çok seviyorum annem. ben seni sadece sen olduğun için seviyorum. kokun için seviyorum. öpüşün için. iyi ki benim annemsin, annem.

Cumartesi, Mayıs 07, 2011

yapma - I


...

"yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak, herkesden daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak..."

Çarşamba, Mayıs 04, 2011

e-kitap


şu e-kitap olayı bence yaygınlaşmalı artık. ben kitaba dokunmadan okuyamam, onun havası başka, sayfalara dokunacaksın, hissedeceksincilerden değilim maalesef. zira şu e-kitap olayı bence muazzam bir şey.
özellikle çok kitap okuyanlar için bir çok avantajı var. bir kere yer sorunu yok. düşünsenize, ortalama insan ömrü 65 yıl. hadi bunun 7 yılında okuma bilmiyoruz. kaldı 58 yıl. 58 yılda insan kaç kitap okur.tey tey. o kitaplar nasıl alınır, nerelerde saklanır. ha şimdi, bi yerlere bağışla madem o kadar rahatsızsın demeyin sakın. çünkü kitaplarını kimselere ödünç dahi veremeyenlerdenim ben. o bakımdan e-kitap olayı muazzam kullanışlı.
ayrıca fiyat konusunda da oldukça makul. bugün ortalama bir kitap 15 lira. e-kitaplar ise 5 lira civarında. hayat ne güzel!
hal böyleyken, yani bunca güzel yanı varken bu teknolojinin var olan e-kitaplara bakın bi. büyük bir kısmı afedersiniz çok skimsonik şeyler. hani bir reeder alsam okuyacak doğru düzgün kitap yok. böyle de içler acısı bir durum var ortada. ayrıca okuyucuların fiyatları da gereksiz derecede pahalı, söylemeden geçmiyeyim.
hasılı, bir an önce bu e-kitap olayı yaygınlaşıp, insanların gönül rahatlığıyla kullanabileceği bir hale bürünsün. derhal!

Pazar, Mayıs 01, 2011

ark.

bazen hiç olmadık anlarda küçücük şeyler sevindiriyor insanı. konsere gidip telefondan şarkı dinletme klişesini es geçmeyen arkadaşlar mesela. üzerine bir de güzel mesaj alınca insan dört köşe olabiliyor umulmadık zamanlarda. ^^.