Cumartesi, Aralık 24, 2011

dinle sevgili ülkem

sevgili şirinlerim,
*
şu dünyada erasmus'la ya da başka bir değişim programıyla avrupa'ya giden arkadaştan daha beter bir eziyet yok yemin ederim. Atsan atamazsın satsan satamazsın. Türkiye sınırları içinde süklüm püklüm olan tipler, sınırı aşınca adeta kuduruyor. uçarı, havai bir insan evladına dönüşüyor. özünü bilmesen ekmeksiz yersin yani. her gittiği şehri, ülkeyi 1000 küsur fotoğrafla albümleyip feysbuka koymalar, attığı adımı hatta afedersiniz sıçtığı boku tivitıra yazmalar. bu kadar da görmemişlik olmaz diye düşünüyor insan. ezik bir hal tavır değil de, nedir bu? ne bu, bu kadar yani?
*
neyse. hadi küçük şirinlerim, en iyisi biz yine kitap okuyup şirinleyelim.
*
*
not : ben bugün neden bu kadar sinirliyim, şirin baba?

1500

özgüveni 1500 olan insanlar görünce ve o insanlarla muhattap olunca deliriyorum artık. katlanamıyorum. esasen öyle çok çabuk parlayan biri değilim, hiçbir zaman da öyle biri olmadım lakin sinirlenince de haddinden fazla tepki veriyorum. tutamıyorum kendimi.
*
son zamanlarda o kadar çok var ki bunlardan çevremde. sürekli bi kendini beğenmeler, her şeyi ben bilirimler, benim her yaptığı, girdiğim her ortam mükemmeller. hasılı mal mal hareketler. halbuki durup bi bakıyorsun, böyle bir şey de yok yani. hiçbir artısı yok senden ve diğer tüm insanlardan. tabi burdan "artısı olanlar ukalalığın dibine vurabilir" dediğim anlaşılmasın. neyse. hal böyle olunca bu insanlar kime neyi yedirmeye çalışıyorlar diye düşünmeden edemiyorum. hele böyle herkes onları pohpohlamalı sanıyorlar ya ölüyorum. bozunca ben kötü oluyorum. daha doğrusu kendimi kötü hissediyorum. bir de böyle insanlar kariyer sahibi olup bir yerlere geliyorlar ya diyorum "kızım perse bu mallar bile bi halt olmuş ya korkma, senin de şansına çıkar bir şeyler".
*
benim gibi munis bir insanı bile dinden imandan çıkartıyorlar ya daha da bir şey demem.
*
ayrıca bence özgüven budur. yirim ben onu.
*

Çarşamba, Aralık 21, 2011

terkedildim.

merhaba,
*
bi bilogır için izleyici sayısının azalması kadar kötü bir şey yok sanırım. öyle bir şey ki insan kendini terkedilmiş hissediyor. ve hep terkedilecekmiş gibi. resmen içerliyorum durumu. hani kimileri diyor ya "banane ya kimse okumasın isterse" felan. külliyen yalan! öyle diyenlere "git o zaman günlüğüne yaz. ne diye kendini sanal dünyada gözler önüne seriyorsun?" diyorum. mal mal bakıyorlar yüzüme. buraya bir şeyler yazıyorsak paylaşmak için. birileri bizi anlasın, dinlesin diye.
*
yani demem o ki üzülüyorum birileri beni okumaktan vazgeçince. diyorum acaba saçmaladım mı yoksa gereksiz bir şeyler mi yazdım ya da çok sık yazmadığım için mi? böyle oturup düşünüyorum. kendimi kötü hissediyorum. biraz önce de söylediğim gibi "terkedilmiş".
*
başka bir şeyler yazacaktım ama canım sıkıldı. gidip biraz daha kederlenmeliyim.
hoşçakalın.
beni bırakmayın.
**

Cuma, Aralık 16, 2011

portakal


vize sonuçlarımın tam anlamıyla bok gibi gelmesine rağmen güzel şeyler de olmuyor değil. mesela ales açıklandı ve tatmin olduğum gibi puan aldım. ve doğru düzgün hiç çalışmamama rağmen bu sonucun gelmesi beni ve ilgili bi'çok kişiyi mutlu etti. idefix'ten güzel güzel kitaplar aldım. kargo bekliyorum. 10 yıl tecrübeli mühendis arayan firmalara iş başvurusunda bulunuyorum. kimisi cevap atıyor "ileriki yıllarda görüşelim" diye.
...
böyle de mutlu oluyorum yani.
yehhu.

Cuma, Aralık 09, 2011

Çarşamba, Aralık 07, 2011

iyi sil! iyi sil!

bigün yine bulaşıkları yıkıyoruz
...

Pazartesi, Aralık 05, 2011

iş varsa ben gideyim

kendimi boşlukta hissediyorum. havada asılı kalmış gibiyim. iş yok, güç yok. uzun ve yorucu bi dönemin ardından böyle hissediyor olmamdan şikayetçi olduğumu düşünmeyin sakın. aksine bazen - ki aslında her zaman - o kadar hafiflemiş hissediyorum ki kendimi. kafa rahat yani. bense laçka.
**
uzun vadede bakarsak olaya yine de halihazırda yapmam gereken pek çok şey var ama. hiç biri "yarına" ya da "haftaya" değil. hal böyle olunca vicdanım rahat. aslında bazen istiyorum ki ben de şu tez canlı insanlardan olayım. elim, ayağım boş durmasın. onu da yapayım, bunu da halledeyim ama yok yani. içimden gelmiyor. bunun yaratılışımdan kaynaklandığını düşünüyorum. durumu kabullendim.
**
2010 yazında okulda staj yapıyordum. ve inanın hayatımda geçirdiğim en kötü dönemlerdi. orada bulunmamak için öl deseler ölebilirdim. o derece nefret ediyordum stajda yapılan işlerden. ki normalde "boş boş oturmak" olarak tanımlanan staj, okulda yapıldığında hiç de öyle olmuyor. stajyer değil, köle olarak görülüyorsunuz. gıda mühendisliği okuyan bi insana çürük domates ayıklatmak, bidonda şişe yıkatmak, yerleri temizletmek bana daha fazlasını anlatmıyor zira. neyse. nerde kalmıştık? heh. hal böyle olunca ben de olabildiğince angarya işlerden kaçmaya başlamıştım ki yapılan tüm işleri angarya olarak gördüğümden genel olarak işletmeden kaçmaya, olabildiğince az efor sarfettiğim işleri yapmaya başlamıştım. o zamanlar sıcak yaz günlerinde olduğumuzdan, elime bir hortum alıp, "şişe yıkıyorum ben yea" modunda bütün gün suyla oynuyordum. rahatlamıştım biraz olsun. günler sonra işletmenin duvarında bir yazı farkettim. aynen şöyle;
"başarılı insan, sorunlara çözüm bulur. başarısız insan, çözümler de hep sorun arar.
başarılı insan, işine yardım edeyim der. başarısız insan, bu benim işim değil der.
başarılı insan, işi söylemeden yapar. başarısız insan, iş varsa ben gideyim der.
başarılı insan, zor ama imkânsız değil der. başarısız insan, mümkün değil der.
başarılı insanın, her zaman bir programı vardır. başarısız insanın, ise mazereti vardır.
başarılı insan, çözümün bir parçasıdır. başarısız insan, sorunun bir parçasıdır.
başarı ulaşılacak son durak değil, bitmeyen bir yolculuktur."
**
o zamanlar bu yazıyla acayip dalga geçmiştik. hatta kankeytamla beraber beni anlatan en iyi sözün "iş varsa ben gideyim" olacağına karar vermiştik. şimdi ise farkediyorum ki hakikaten bu yazıdaki başarısız insan profili benim ya. benim yani. ne kadar acı.
**
bugün sınıfta sudanlılardan bahseden bi arkadaşım sudanlıların çok tembel olduklarını söyledi hatta hikaye o ki; bir sudanlı güneşten kaçmak için bir ağacın altına saklandığında güneş, geliş açısını değiştirse bile sudanlı kalkıp yerini değiştirmezmiş. bi an için "yoksa sudanlı olmayayım" diye aklımdan geçmedi değil. zira benim için mutsuzluk tanımı aşağıdaki fotoğrafın ta kendisi ise bu zor bir şey değil kankuşlar.
**
**
hasılı böyleyim ben. istemezdim ama lanet olsun ki böyleyim. anne-baba, beni böyle kabul edin. yok "kabul etmeyiz" derseniz sudan'a gidip yeni bir çift anne-baba ayarliciim. ama ben kalkıp gitmeye üşenirim şimdi. eve sipariş ederiz yea.

Cuma, Aralık 02, 2011

hani bitmişken ...

vizelerden önce
**
**
vizelerden sonra
**

Cumartesi, Kasım 26, 2011

balonlar.

son iki gündür hayatımın özeti.
**

Cuma, Kasım 25, 2011

bahtım saçlarımdan karadır

her şey çok kötü bikaç gündür. kendimi kötü hissediyorum. ve yalnız. ciddi manada yorgunum. ve çok, acayip çok, normal bi insanın kaldıramayacağı kadar çok çalışmalıyım. kpds kötüydü ve muhtemelen pazar günü ales de kötü olacak. sanırım bi kursa falan yazılmalıyım. ama önce biraz ketirmeliyim galiba.

Perşembe, Kasım 17, 2011

günlerin bugün getirdiği

naber?
*
hastalıktan geberdiğim şu dakikalarda yatıp dinlenmek, iyileşmek gibi yapacak pek çok güzel şey varken neden hala bilgisayar başında zaman geçirdiğimi bilmeden yazıyorum bu satırları. bu kadar uzun cümleler kurmam sizlere durumun vehametini anlatıyor heralde.
son gece çalışmalarıyla bodoslama girdiğim vizeler sinirimi bozuyorlar şu sıra. esasen kalınabilecek pek bir dersim yok bu dönem ama belli olmaz. malum, sınıfta birinin bir dersten kalması gerekiyorsa o biri kesin ben olurum. son gececilerin - ki halk arasında sorumsuz da denir böylelerine- kaderi bu sanırsamsa. ve ben bu sorumsuzlukla tezimi de son gece yazmaya çalışırım heralde.
*
pazar günü kpds varmış. bir sonraki pazar da ales. günler o kadar hızlı akıp gidiyor ki anlayamıyorum. daha önceki postlarımı okuduysanız bu 2 nadide sınav için ne hayaller kurmuştum. düzenli çalışma vs. şimdi bi bakıyorum sınava 3 gün kalmış. ben daha başlamadım. vat dı fak!
*
bu arada işe başladım.
*
paramı kitaplara yatırıyorum yine bu aralar. ekmek arası'nı bitirememenin verdiği vicdan azabıyla yeni türk yazarlar keşfetmeye karar verdim. ve ufaktan başladım. bu arada japon edebiyatına da murakami ile giriş yaptım. çoğoş kitaplar edindim hasılı. misal;
*
*
murakami'den "sınırın güneyinde güneşin batısında"yı bitirdim. imkansızın şarkısı'nı ve diğerlerini de okuduktan sonra üzerine yazarım. galiba. ya da inşallah. diğer japonu ise kitapçı al dedi diye aldım. neden böyle bi şey yaptım bilmiyorum ama yaptım yani. hollanda d&r'da 4 lira. ben de ondan aldım. başka bi nedeni yok. kapağında obama'nın kitap hakkında yorumu var. öyle de gereksiz bi kitap yani ama 4 lira diye ...
*
yeni keşiflerim türk yazarlara gelicek olursak, aslı erdoğan, gündüz vassaf ve barış bıçakçı. bizim büyük çaresizliğimiz'e başladım ve sanırım birazdan hasta yatağımda bitiriciim. kapağı zaten beni kalbimden vurmaya yetti. vesikalık boyu olsa cüzdanımda taşıcam. o derece.
*
şimdi kapağın daha büyük bir görseline bakarak bir kez daha önünde eğilelim. bir süre yere pararlel gittikten sonra yeniden görüşmek üzere.
*

Pazartesi, Kasım 07, 2011

daha önce bahsetmiş miydim?

bayramda dahi post girmeyecek kadar tembel bi bilogırım. bu da böyle bilinsin.

Çarşamba, Ekim 19, 2011

kabil

hello my darlings,
son bir haftadır nerelere gittim, neler yaptım oturup anlatmak isterdim lakin nerden başlasam bilemedim. bundan mütevellit ben de hiç başlamamaya karar verdim. şimdilik.
**
ancak şu güzellikten sizleri mahrum bırakmak istemiyorum. kim bu güzelliğe karşı koyabilir ki! ben koyamadım. siz de koymayın. tutmayın küçük enişteyi. salıverin gitsin.
**

Cumartesi, Ekim 08, 2011

kitap felan.

''
sabah sabah koca bir bardak şeftali suyunu üzerime boca etmemle başlayan aksilikler silsilesi tam gaz devam ederken en azından mutlu bi haber vereyim dedim kendi kendime. 1500 yıldır bitiremediğim topu topu 100 sayfalık anayurt oteli sonunda bitti. ve ben farkettim ki yusuf atılgan kasvetime kasvet katıyor. ruhum darlanıyor. uzunca bi süre okumam heralde kendisinden bir şeyler.
''
gizli ajans'a başladım ama. ondan sonra da ekmek arası var. hediyedir kendisi. öhöm.
''

Cuma, Ekim 07, 2011

Pazartesi, Ekim 03, 2011

büyü artık perse!



bir kişiyi değiştiremeyeceğini idrak ettiğin an büyüdün demektir. ve belki de bu yüzdendir ki kimse kolay kolay büyüdüğünü kabul edemez ya da kabul etmek istemez.

ben teorik olarak hala bebeğim herhalde bu durumda. zira bir şeylerin değişmeyeceğini kabullenmeyi geçtim ben hala o şeylerin varlığını bile kabul edemiyorum. hatta bazen öyle bi inandırıyorum ki kendimi 1500. kez olan şeyi ilk defa yaşamışım gibi tepki veriyorum. büyüyemiyorum. insanlar büyüyünce etraflarında olan hiçbir şeyden etkilenmezlermiş mesela. her koyun kendi bacağından asılır mantığıyla yaşarlarmış. kendimi bu mentaliteyle yaşarken hayal bile edemiyorum ben oysa ki. etimden et kopuyor sanki birileri benim yüzümden ya da benim için üzülünce. eğer büyümek buysa, büyümek de istemiyorum zaten.

canım sıkkın. huzursuzum. bilinçli olarak varlığımı sürdürdüğümden beri karşılaştığım olaylar hala devam ediyor. ve ben artık katlanamıyorum. insanların bu kadar vurdumduymaz, bu kadar bencil, bu kadar rahat olmalarına dayanamıyorum. bir insana doğruyu anlatmak ne kadar zor olabilir ki diyorum bazen bağıra bağıra. sonra biri çıkıyor "herkesin doğruları farklıdır perse, bunu sen söylemez misin?" diyor. ve öylece kalıyorum. evet, herkesin doğruları farklıdır. ama bazen doğru, herkesin hakkında en iyi olacak bellidir işte. ötesi yoktur. kabullenmek neden bu kadar zor? birilerini huzursuz ettiğini bilerek yatağında nasıl rahat uyuyabilir ki bi insan? ya da bunu yapan insan olabilir mi?

o kadar üzgünüm ki. tarifi imkansız. lakin biliyorum, 2 gün sonra yine her şey eskisi gibi olacak. olmak zorunda. çünkü bazılarını atsan atamazsın, satsan satamazsın. önce bu durumu kabullenmek zorundasın. daha sonra da bunun dünde böyle olduğunu ve gelecekte de böyle olacağını sindirmelisin güzelce. işte o zaman büyürsün. ve belki o zaman yastığa kafanı koyduğunda rahat rahat uyuyabilirsin.

kendime not: bu yazıyı okurken hiçbir şey hissetmediğin gün, büyüdün demektir perse. ve eğer büyüdüysen artık kaybettiğin küçüklüğün bu satırların arasında. bırak, burada kalsın.

Cuma, Eylül 30, 2011

gaga

şunu görünce paylaşmadan edemedim aziz brokolilerim.
ihih.

Cumartesi, Eylül 24, 2011

Naber ?

Cuma, Eylül 23, 2011

gençler ve kendini genç hissedenler

..
şimdi benim bu dönem ders programım hafiften boş gibi. yani şöyle ki 3 gün dersim var ki onlar da sabah 9 akşam 5 neredeyse. neyse kalan 2 gün boş. haftasonunu da ekle eder 4 gün. tüm sevdiklerim gidince benden uzaklara boş zamanlarımı değerlendirebileceğim bi ortam kalmadı maalesef. o yüzden ben de kendimi bloglara verdim aziz din kardeşlerim. neredeyse sabahtan akşama kadar yeni bloglar keşfetmeye çalışıyorum. okuyorumi inceliyorum felan.
..
siz de farkındasınızdır olayın genelde blog yazan kesim 20-40 yaşları arasında. o yüzden çoğunda aynı muhabbet dönüyor. mesela bir kısmı özel hayatının boktanlığını anlatıp tespitler sunuyor bol bol, sonra bir kısmı moda blogu tadında- ki bunlar bu kadar parayı nerden buluyorlar diye her seferinde iç geçiriyorum okurken-, bir kısmı yeni bebek sahibi aile hayatının mükemmelliğini anlatıyor felan. bir kısmı benim gibi boş beleş işler peşinde. böyle durum yani.
..
biraz önce bir bloga denk geldim ki ağzım açık okuyorum kaç saattir yeminle. şimdi efendim blog yazan kızımız bu sene liseye başlıcakmış. yani 15 yaşında felan oluyor heralde. bu kızcağız kendi özel hayatıyla ilgili yazıyor blogunda. erkek arkadaşlarından bahsediyor misal. yazmış "o da diğerleri gibi benimle yatmak istiyor" noluyo ya? orta3 - seks. ikisini yan yana getiremiyorum ben oysa ki. işte vay efendim sevgilisiyle mesajlaşırken konu sekse gelmiş bu kız da demiş "senin de aklın fikrin şeyinde." çocuk da kırılmış küsmüş bilmem ne. benim de ilk sevgilim 8. sınıftayken olmuştu ama biz en fazla sinemaya giderdik. el ele bile tutuşmazdık neredeyse, seks nerde?okurken bi yandan gülüp bi yandan dumur olduğumdan olayları da tam anlayamadım yani. okuyamadım bile doğru düzgün postları. neyse sonra bir postunda demiş "partiye gitmeden önce içelim dedik. bi kafeye gittik içtik" bana bile bu yaşımda hala bazı yerler içki isteyince kimlik soruyor. bu rahatlık nerden bu kızda? daha neler neler. ilişkiler üzerine ahkam kesmeler felan. liseli olsa belki tüm bunları algılayabilirim. derim yeni ergen olur öyle şeyler vs. ama ortaokul be canım. yapma.
..
ya ben ortaokulda çok ezikmişim ya da bu gençler çok hızlı bilemedim.

Perşembe, Eylül 22, 2011

sen sev yağmurları ... ben sevemem

^^
hava berbat. yağmur, şimşekler, maç stresi. hepsi içimi karartıyor. göğsüme yumru gibi çöküyor. yazın bu kadar kısa sürede geçip gitmesine inanmak istemiyorum ama başka çare yok sanırım. oysa daha giyilecek sandaletler, elbiseler; okunacak yaz kitapları, girilecek havuzlar, gidilecek güzel açık hava mekanlar vardı. hiç olmazsa bu kadar keskin bi viraj olmasıydı bu mevsimler arası geçiş. biraz olsun hazırlardık kendimizi.
^^
gök gürültüsünden çok korkarım. sanırım bu babaannemin kçükken uydurduğu gök gürültüsü ve şimşekler konulu korkunç hikayelerinden kaynaklanıyor. yaş oldu 21 hala ürperiyorum. mesela "şimşek çakarken dışarı bakarsan kör olursun" derdi babaannem. muhtemelen dışarıyı izlersem korkarım diye beni dizginlemek için böyle şeyler uydurmuştur ama hala ben şimşeklere bakamıyorum. evde yalnızım ve korkuyorum. tv'de yayın da gitti. daha hoş bi atmosfer oldu.
^^
lanet gitsin böyle havaya.

Çarşamba, Eylül 21, 2011

eat.sleep.read.

**
kısa kısa geçen günlerden bahsetmek gerekirse kankeytalarım, yiyip, içip, yatıyorum. daha kısası olamazdı heralde diğ mi ? okuyorum, film izliyorum, okula gidip imza atıyorum. 4. sınıfa geldim hala anlayamadım şu bizim bölümün mantığını. kimse ders işlemez ama herkes imza alır. zaten topu topu 4 hafta devamsızlık hakkımız var -ki uygulama dersleri için 2 hatta bazılarında sadece 1 - onu da böyle absürd şeylerle harcatmaya çalışıyorlar insana. peki ben yer miyim? hayır yemem. imzamı atar, çeker giderim evime. madem bölümü yürüten beyinler bu kadar küçük benim de üzerine kafa patlatmama gerek yok diye düşünüyorum artık.
**
tez danışmanım belli oldu bu arada. ve inanın bu kez kendimi gerçekten şanslı biri olarak hissettim ki kolay kolay böyle şeyler hissetmem. kenara not düşelim bunu.
**
son zamanlarda okuduklarım ve okuyamadıklarım için de not düşmem gerek buraya. yarın öbür gün unutmayalım:
**
kozmik haydutlar : kozmik seni çok aramıştım. 1. baskın bittikten sonra uzunca bi süre kayıplara karışmıştın ama 2. baskında hemen yakaladım. kıydım paraya aldım. bilirsin sizin sülale -yeraltı edebiyatı kitapları yani- pahalı hafiften. ancak bu kadar istekle almama rağmen okunmuyorsun. belki sadece ilk kısımlar böyledir diye kendimi avutmaya çalışıyorum. bi ara sana tekrar döneceğim. o güne kadar bekle beni.
**
karahindiba : seni bi blogda görmüştüm. kapağın güzel belirtmeden geçmiyeyim. geçen gün dienar'da bakınırken göz göze gelince selam vermeden geçemedim. mecbur aldım elime seni. sonra nasıl oldu anlamadım bi baktım kasiyere uzatıyorum seni. bi çırpıda okudum ama vasatsın. marjinal bi hava vermeye çalışmışsın kendine ama olmamış. üzgünüm. böyle.
**
anayurt oteli : henüz çok az bir kısmını okumama rağmen iyisin iyi. sonra bi ara yine şaapalım senle.
**
gizli ajans : yazarın hakkında bir şeyler yazmıştım zaten. onları okuyuver. o zaman anlarsın seni ne kadar çok okumak istediğimi. anayurt bitsin sendeyim janem. (janem ne?)
**
saatleri ayarlama enstitüsü : ikinci elsin ve değerlisin. 10 liraya aldım bi de seni. daha bi yakın hissediyorum kendime. gizli ajans'tan sonra seni okiciiim sanırım. tabi irademe yenik düşüp yeni şeyler almazsam.
**
kitaplığımda okunmayı bekleyen zilyon tane kitaptan da özür diliyorum. gün gelecek. sakin olun.
**
cazibe hanımın gündüz düşleri'ni izleyin bi ara. sonra izledim diyin. iki çift laf ediciim. ah nerede'yi izlemeyen bir allahın kulu varsa hala gitsin atsın kendini köprüden lütfen. beni daha fazla yükseltmesin. şimdi gidip aşk-ı memnu izlemeliyim.
**

Pazartesi, Eylül 19, 2011

gidebilmek üzerine


dersler başlamış okulda. pek umrum değil. bana koyan yalnız kalmak buralarda. herkes gitti. en önemliler bile. varlıklarına alıştıktan sonra birilerinin gidişini izlemek zor geliyor bana. gerçi hep aynı terane ama alışamıyorum bir türlü. ben de gitmek istiyoruyorum galiba. hiç gidemediğimden gidenleri kıskanıyor muyum ne?

Pazar, Eylül 11, 2011

uyku

^^
düzenli uykularımı özledim.

Perşembe, Eylül 08, 2011

canıgüz edebiyatı

alper canıgüz hakkında yaklaşık bir aydır bi şeyler yazmak istiyorum. ama ne yazmam konusunda pek karar veremediğim için bunca zaman hep askıda kaldı bu isteğim. lakin şimdi kararlıyım. kendisiyle olan muhabbetimi ifşa ediciim.
**
alper canıgüz'le staj yaptığım o acı günlerde tanışmıştım. iş çıkışı gittiğim bi d&r mağazasında -ki aslında oldum olası d&r'ları sevmem- kitaplarını görüp kapak dizaynlarına adeta vurulmuştum. görseniz siz de seversiniz. öyle de bi şeyler yani. neyse mağazada bulunan 3 kitabını da inceledim. ki zaten hali hazırda 3 kitabı var kendisinin. ilk kitabı olan tatlı rüyalar'da karar kıldım.
**
stajımın son günlerinin ne kadar boş ve umarsız geçtiğinden bahsetmiştim. işte o iğrenç günlerin ikisinde ben bu kitabı bitiriverdim. dilini de sevmiştim adamın. akıcı. bir sonraki cümleyi merak ettiren cinstendi. sonra 2. kitabı olan oğullar ve rencide ruhlar'a geldi sıra. onu da çok zaman kaybetmeden edindim. konu olarak bana ilk kitaba göre daha çekici geldiyse de araya giren saçma sapan şeyler yüzünden okuma periyodum baya bi uzadı. geçen hafta bitirebildim ancak. 2. kitaptan sonra daha bir sever oldum alperciğimi. zira tam anlamıyla benim istediğim akıcılıktaydı üslubu. tamam belki "ufkumu genişletti, dünyam aydınlandı" gibi cümlelerle tanımlayamam olanı biteni ama yaz günleri için oldukça idealdi. hafifti. dün biraz kamu araştırması yapayım dedim hem alper canıgüz hem de kitapları hakkında. esasen çoğunluk sıradan bulmuş dilini ve hikayelerini. ama bazen hakikaten canınız sıradan şeyleri okumak isteyebilir. şöyle zihninizi yormadan ve sıkıcı olmadan. bu sizi mutlu edebilir. o yüzden deneyin siz de. benim için sıra son kitabında. meraklardayım.
**
**
gizliajans henüz elimde olmadığından mütevellit fotoğrafta yok. gugıllatın bi zahmet brokolilerim.

Çarşamba, Eylül 07, 2011

o değil de bugün benim doğum günüm panpalar !

*
bir doğumgünümde daha birlikteyiz kankeytalar. gerçi daha önce hiç bi doğumgünümde birlikte olmamıştık ama olsun. böyle güzel bi giriş için bu gerekliydi. hakkınızı helal edin. öhöm. nerde kalmıştık? evet, doğumgünüm bugün. gerçi bitmek üzere, dakikalar kaldı. neyse.
21 yaşı geride bırakıp 22'ye yelken açtığım şu mübarek günde doğrusunu söylemek gerekirse pek de değişik şeyler hissetmiyorum. neden bilmiyorum ama her doğumgünüm öncesi bu doğumgünümün çok farklı geçeceğini düşünür ama malum gün geldiğinde yine sıradan hissederim. hep aynı şeyleri yaparım o yüzden. arkaaşlarla pastalar felan. memnun olmadığım anlaşılmasın ama bu durumdan. gayet mutluyum böyle. bugün de mutluydum yani. uzaklarda olan dostların da bu günü hatırlaması ayrıca mutluluğumu perçinledi hatta gözlerimi yaşarttı. az buz şey değil bu. zira feysbuku olmayan birinin doğumgününü hatırlamak kolay bir mesele değil.
şu an da havai fişekler patlıyor. kim yapıyorsa bu jesti benim için, öpüyorum kendisini.
*
tenks gad for evriting.
*
bir daha ki 7 eylül'de görüşmek üzere.

Salı, Eylül 06, 2011

moda ve dünyamız

evet. bunun ne zaman olacağını ben de sizler kadar merak ediyordum. ve sonunda oldu. ben de moda hakkında bi şeyler gevelemeye karar verdim. kendimi daha fazla durduramazdım. üzgünüm.
*
moda denen kavramı oldum olası anlayamamış biri olarak yazıyorum bu satırları. benim bildiğim bi insanın kendine has giyim tarzı vardır. karakteriyle müsemma tabi. kimi insan jean, tişört ikilisinden vazgeçemez. kimisi elbise, topuklu der başka şey demez. hal böyleylen moda diye çıkan bi durumun herkesce benimsenmesi hayret verici. "hadi kızlar bu yıl hepimiz bordo giyiyoruz. bu senenin moda rengi borda" hurraaa. sokakta gördüün 100 kişiden 80'i bordo. ezik bi durum yani.
*
bunlar yine o kadar dert değil gerçi. insan bir şekilde kendine uyarlayabilir. çok da yakıştırabilir. ki zaten moda bloglarında ağzımız açık izliyoruz çoğunu yani. yeniliklere kapalı biri olarak algılamayın beni o yüzden. ben de kendi çapımda takip ediyorum olan biteni. hoşuma giderse de alıyorum, takıyorum, giyiyorum vs. mesela bakın ne güzel yapmış elin kızı.
*
*
asıl gelmek istediğim şu ki moda kisvesi altında olmayacak şeylerin önümüze konması. şu resmi gördüğüm andan beri düşünüyorum mesela. bu nedir yea? bu nedir böyle?
*
*
saat dediğin ne işe yarar? zamanı gösterir di mi? merak edince bakarsın "aa saat kaç olmuş yea?" felan. evrendeki görevi budur yani saatin. ama allah aşkına siz söyleyin. bu şekilde bi saat nasıl kullanılabilir? bu saate bunu takan hanım kızımız nasıl bakabilir? bunu "moda" diye "tasarım" diye önümüze koyanı kınıyorum ve ona laflar hazırladım. her yerinden öpüyorum seni rüştü!
*
neyse. koyun meler, kuzu meler. sular hendeğine dolar. ağlayanlar bir gün güler. gamlanma gönül gamlanma. öptüm. bye.

miskin


bugün biraz miskin gibiyim sanki. susadım da zaten.

ne?

şu an tv'de dizi mi yoksa program mı anlayamadığım bi şey izliyorum. hafiften gerçek kesit'i andırıyor. 2 polis gizli cinayetleri çözüyor. okan bayülgen'le muhabbet kralı'nı sunan kadın da anlatıcı rolde. suçluların psikolojisini anlatıyor felan. neyse işte. yarım saatte 40 defa seks işçisi lafı geçti. seks işçisi ne ya? nedir yani? ssk mı bağkur mu emekli sandığı mı? bu nasıl bir isimlendirmedir. asırların orospusu olmuş seks işçisi. hadi tamam ekranlar için ağır kaçıyor bu sözcük. ama fahişe kullanılıyor. öyle deyin bari. hadi o da olmadı hayat kadını olsun bari. gerçi onu da oldum olası anlamamışımdır ama yine alışılmış bi şey en nihayetinde. ama seks işçisi. maaş bordrosu felan mı var bunların? farkettiysen sinirlendim.

Cumartesi, Eylül 03, 2011

hayat neden şekil yapıyor?


meraba blog, naber?
*
bugünden itibaren üds'ye çalışmaya başlıyorum. muhtemelen bu kararlılığım 2 gün sonra bitecek ama olsun. kısa dönemler için de olsa kararlı olduğum zamanlar mutlu oluyorum nedense. sanırım hayatta planlı olmayı sevdiğim için böyle. daha önce başak burcu olduğumu söylemiş miydim? doğumgünüm de her geçen gün yaklaşıyor. 21 yaşı bitirmek şu an için pek bir şey ifade etmiyor gerçi. yani ne bileyim? bir 18, bir 25, bir 30 değil sonuçta. neyse günü geldiğinde
hislerimi daha net bir şekilde anlatabilirim herhalde.
*
yaşımın kemale ermeye yaklaştığı şu günlerde hoş bi iş teklifi aldım kankeytalar. sanırım bu kış hem çalışıp hem okuyan olucam. tabi benden über bi iş beklemeyin. asistanlık gibi bir şey. ders programım müsait olur inşallah. amin.
*
nerde o eski bayramlar geyiğini yapmak istemiyorum hakikaten böyle bir şey var ve ben bu konuya çok içerleniyorum. bayramda evimize gelen sınırlı sayıdaki misafirler içerisinde en önemlisi doğumuna şahit olduğum buzağı idi. bir şeyin doğumunu görmek kadar etkileyici başka neler vardır bilemiyorum. böyle önce ön ayaklar, hemen üzerinde kafa ve ardından arka bacaklar geliyor. ve tatam. bebek inek!
*
bunu söylerken salya sümük ağlıyorum ama 2 yıldır tatil namına hiçbir şey yapmıyorum. kuzenle yaptığımız tatil planları kendisinin işten kovulmasıyla askıya alındı gibi bir şey. oh shit!
*
bu aralar acayip şekilde gerçek bir fotoğraf makinesine sahip olmak istiyorum. gördüğüm hiçbir şeyin, yaşadığım hiçbir anının kaybolmasını istemiyorum. daha fazla bu acıya katlanamam bu yüzden doğumgünü hediyesi olarak almak isteyenler mail atarlarsa adresimi verebilirim.
*
son olarak, bayram mesajlarına hiçbir şekilde cevap vermeyen, hiçbir eşini dostunu arayıp bayramını kutlamayan o öküz benim!

Pazar, Ağustos 28, 2011

yaprağın kaderi

*
gece gece bir hüzün çöktü yine üzerime aziz dostlarım. yaşar dinleyerek daha da perçinliyorum durumu. adeta kendimden geçiyorum. tatile gireli tam bir hafta olmuşken şunu farkettim ki evde olduğum zaman bütün günümü doktorları izleyerek ve tetris oynayarak geçiriyorum. durumun vehametini biraz önce farkettim ve tv ile arama mesafe koydum hal böyle olunca yani hazır hüzünlenmişken yaşar geldi aklıma. -ki severim kendisini- sırayla dinliyorum tüm şarkılarını.
*
"ağlayan gözlerinden ben mi damlıyorum? süzülüp akan yoksa ben miyim? belki çok sonbaharlı bir özlem bu. yaprağın kaderi düşmekmiş. gözbebeklerinden martılar uçuyor. içinde beyaz bir hüzün uluyor. vazgeçmek elimde değil, gerisi boş. yaprağın kaderi düşmekmiş. bir damla gözyaşın karışsa sularıma beyaz eder. her zaman böyle bitimsiz ol. kimi zaman da öyle hüzünlü. hoşçakal diyor gözler ah yaprağım düştün mü?"
*
yaprağın kaderi düşmek değil mi? en mutlu olduğun zamanda, asla bitmeyecek dedidiğinde, mutluluktan havalarda uçtuğun anda ya da hiçbir şey yapmadan otururken. yaprağın kaderi gelince aklına insan duruyor. çakılıyor olduğu yere. bu gerçekle yüzleşmek insanı eritiyor, öldürüyor. bu bahsettiğim ikili ilişkilerde ayrılık hezeyanları olarak anlaşılmasın ama. benim anlatmak istediğim ebedi son. hiçbir geri dönüşü olmayan. ölümden bahsediyorum. şarkıdan yola çıkarsak ben biraz uç noktada kaldım biliyorum ama bugünlerde aklımı çokça kurcalıyor bu durum. kendi ölümüm değil ama beni endişelendiren. sevdiklerimi kaybetme endişesi boğuyor beni. olmadık zamanlarda ele geçiriyor bu korku beni. aklımdan sökp atmak için yapmadığım şey kalmıyor ama nafile. başa çıkamıyorum. türlü türlü oyunlar oynuyor aklım. hepsi de tam bir dram. üstünden kalkamayacağım türden.
*
çok çok yakın olduğum birini hiç kaybetmedim şimdiye kadar aslında. nasıl bir şey olduğunu da bilmiyorum açıkçası. ama yine de korkuyorum. bilmiyorum. biri bile olmadan nasıl devam edebileceğimi kestiremiyorum. sadece endişeleniyorum. korkuyorum.
*
ben bunları düşünürken yaşar başka bi şeyler söylemeye başladı bile . kafamı da dağıtmayı başardı. onu sevdiğimi daha önce söylemiş miydim? seviyorum onu ve o'nu.
*
"gel benimle çok çok uzaklara. hüzünlerimi bir parça aşkla değiştir. gel benimle bilinmez duraklara. mevsimleri bir dalga yaza dönüştür. bırak, dudaklarından benler okunsun. bırak, ellerim saçlarına dokunsun. bırak, kulaklarında sesim uğulsun. bırak, ellerim saçlarına dokunsun. söz veriyorum her şey çok güzel olacak. sadece sen ve ben."
*

Çarşamba, Ağustos 24, 2011

perse'ler ve rencide ruhlar


mutsuzluktan geberiyorum şu dakikalar. genelde böyle zamanlarımda buraya koşuyorum nedense. başka zamanlarda da yapacak daha iyi şeylerim yok ama yine de ne bileyim...
itiraf etmek gerekirse ağlamaktan haz alıyorum artık. sıkıldığım, bunaldığım, kimselere sesimi duyuramadığım anlarda ağlamak rahatlatıyor biraz olsun. öyle türk filmlerindeki gibi artist artist ağlamak değil ama yaptığım, baya çocuk gibi salya sümük, höyküre höyküre ağlamak. neyse işte sonra biraz olsun diniyor sıkıntım. duşa giriyorum. keşke duşun altında uyuyabilsek diye düşünürken bir yandan da saçlarımı şampuanlıyorum. tabi ne kadar felaket ve perişan halde olursam olayım yine de saçlarımı kremlemeden çıkmıyorum. duştan sonra göz kapaklarımın ne kadar şiştiğine hayret ederim her zaman. böyle zar zor açarım felan. derken uyurum ve biter.
neyse işte, bu akşamı da bu aynen bu sırayla yaşıyorum. böyle de acınacak haldeyim. kimseye ulaşamıyorum. ulaşmak da istemiyorum galiba. böyle kendi kendime oturup içleneyim ben. arada besleyin beni. ölmeyeyim. yeter.

Cuma, Ağustos 19, 2011

rahat ol bebeyim !



an itibariyle stajımın son gününü yaşıyorum panpalar. nasıl mutluyum, nasıl mutluyum anlatamam. bir insanın iş hayatında ne kadar çok boş zaman geçirebileceğini bu ortamda anladım. mesela son 3 gündür kurumun kalite yönetim biriminde oturuyorum. evet. sadece oturuyorum. ölüm pornosunu okuyup bitirdim bu süre zarfında. üds'ye de baya baya çalıştım diyebiliriz. dün de alper canıgüz'ün tatlı rüyalar'ına başladım. az bir kısım kaldı. bugüne dek neden bu adamın kitaplarını okumadığıma lanet getirdim sonra. tüm gün önümde açık duran bilgisayar da bu rahatlığın cabası oluyor. öyle ki dün öğleden sonra artık her şeyden sıkılıp masanın üzerinde uyuyakaldım. bir allahın kulu da gelip dürtmedi, sağolsunlar. hasılı böyle laçka bir ortam mevcut. ben de memnunum. son günüm olmasa da mutlu olmaya devam edebilirdim.


staj da edindiğim kankalarla da yarım asır süren öğle aralarında zamanın daha güzel geçmesine sebep oluyorlar. bütün gün yiyip, içip, yatıyoruz denebilir. gerçi enstitüye gelen numuneleri yediğimiz için oldukça sıkıntılı bir dönem atlattık ama önemli değil. ve evet.


bayramda memlekete gidiciğiim bu arada. oow yeah!

Pazartesi, Ağustos 01, 2011

fransızcayı ne kadar çok sevdiğimi söylemiş miydim?



oyh.

eşeklik üzerine

meraba, ben perse. naber?
.
.
lanet olsun ki yufka yürekli biriyim. biraz kararlı olayım, biraz kin tutayım, biraz küs kalayım, süründüreyim diyorum ama yok yani. hemen tamam diyorum, yeter bu kadar. halbuse yetmiyor kimseye. insanlar biraz yumuşak başlı, sakin, sabırlı birine rast gelince yemin ediyorum ağzına sıçmadan bırakmıyorlar. tabi eşek olana semer vuran çok olur. onlara da hak vermiyor değilim. düşünsenize karşınızdakine etmediğniz hakaret kalmıyor(ki burda kastım tavırlarla yapılan hakaret, lafla değil), gerekirse tepesine ediyorsunuz gıkını çıkarmıyor. tabi gerektiği zamanda yardım istiyorsunuz muhakkak. o gerizekalı insan da yardım etmeye çabalıyor falan. ben de böyle birini bulsam gereken muameleyi gösteririm tabi ki. ama nerde? bana denk gelmez bunlar. of neyse çok dertliyim ama susayım. böyle kendi yazdıklarımı okudukça sinirleniyorum. yiteeeeer.

Pazar, Temmuz 31, 2011

lav yu panp!

melaba
..
sıkıntıdan patladığın, poflamaktan yanaklarına ağrılar girdiği günlerde arkadaşlarla yeniden bir araya gelmek kadar güzel bir şey yok sanırım. eski günlerden bahsedip keh keh gülmek, var olan durumlardan bahsedip, üzülmek, olabilecekler hadiseler için endişelenmek. hepsi daha güzel sanki arkadaşlarla. hele en yakın arkadaşla. önce birayla kafalarımızı döndürüp sonra steakhouse'la karnımızı doyurup üzerine türk kahvesi içerek midelerimizi zorladığımız zamanlar biricik bro'mla güzel. (bu bro lafı da tee ergen günlerimizden, lise zamanlarından kalma. şimdi kurtulamıyoruz. ki zaten kurtulmak da istemiyorum ben) şu tatilleri de en çok bu yüzden seviyorum sanırım. kendisiyle böyle umarsız zamanlar geçirebildiğimiz için. eski bir türk atasözü der ki: "en iyi arkadaş kahve falı bakmayı bilmediği halde ısrar ettiğin için falına bakan arkadaştır. ondan daha iyi arkadaş ise kahve falı bakmayı bilmediğini bildiği halde sana falına baktıran arkadaştır. " evet, attım. böyle bir atasözü yok ama bence olsa iyi olurmuş.
en iyi arkadaşın başka şehirde yaşaması kadar boktan bir şey yok sanırım. mutsuzluktan ölüyorsundur mesela, dertleşmek için, omzunda ağlamak için, seni rahatlatması için ona ihtiyacın vardır ama ulaşamazsın. telefonla falan işte ancak. ya da deli gibi eğleniyorsundur, mutluluktan uçuyorsundur "ah!" dersin. "panpacığım da burda olaydı şimdi ... " böyle geçer günler. tatil günleri ancak beraber olunur. o saatler de anlamadan geçiverir. yetmez. işte öyle bir şeydir uzak kalmak. boktandır. çiştendir.
..
lav yu panp !

Cumartesi, Temmuz 30, 2011

Pazartesi, Temmuz 25, 2011

yorgi.

yorgunum. ölüyorum. iyi geceler.

Pazar, Temmuz 24, 2011

it's complicated !%?

kafam düşünmekten kocaman oldu. zaten kararsızlık benim karakterimken insanların bir şeyler anlatarak zihnimi daha da bulandırması beni bitiriyor. hani şu ales'de kesin kararlıydım ya. aslında o kadar da kararlı değilmişim. son iki gündür muhattap olduğum herkes "ne varsa devlette var" diyerek adeta beni kpss'nin dikenli yollarına itmeye çalışıyor. ve ben de gayet etkileniyorum her söylenenden. kafamda on yüz bin baloncuk. başedemiyorum. tam ales kitabını elime alıyorum "ya şimdi kpss'ye girersem bi de tarih coğrafya lazım yea" diyip düşünmeye başlıyorum derken kitabı bırakıyorum. bi bakmışım film izlemeye başlamışım felan. bu arada çok da güzel filmler izlemeye devam ediyorum. yehhu! hayat var'ı izledim reha erdem'den misal. pek de beğendim.
yarın tekrar staja başlıyorum bu arada. işin yoksa bir ay sürün oralarda. ki zaten benim işim yok. sürüneceğim. kitap okumamakta ki ısrarlarım devam ederken bu iş biraz iyi gelecek. okurum bol bol artık.
bir de bugün büyük amcanın dağ evine gittik. yaşlı karı koca eğleniyorlar bütün gün dağda bayırda. toz, toprak, ot, çöp sevmeyen bünyeme tabi ki hiç de cazip gelmedi ortam ama bizimkiler ölüyorlar oraya. insanların yaşlandıkça yaz tatillerini deniz kenarlarında değil dağ yamaçlarında geçirmeye başlıyorlar nedense. garip. tıpkı insanların büyüdükçe biber dolmasını kabuklarıyla yemeye başlaması gibi. ya da tam onun gibi olmayabilir.
bu da yusuf güdük konuyla ilgisi yok ama severim kendisini.

Çarşamba, Temmuz 20, 2011

alexander, toblerone ve diğerleri

bugün mail kutuma düşen bir iletiyle öğrendim ki elif şafak ağustos ayında yeni bir kitap getirecekmiş önümüze. iskender. içeriği bilemem ama bu kapak ne böyle, elif? hı? kime diyorum? bu kapak nee? zaten oldum olası elif şafak'ı çok seven biri değilim. ama bu son kapak hiç olmamış.
elif şafak sevmem ama toblerone severim. hatta bayılırım.
bu da benim staj defterim. defter, hadi merhaba de abilere, ablalara.
merhaba. ben bu perse'nin yaza yaza bitiremediği staj defteri. can dostum çokoprens ile beni her yere peşinden sürüklüyor ama iki satır yazmak zor geliyor, çokoprens dostum ise paramparça oldu çantalarda gezinmekten. bıktık artık. öptük. bb.

incir vs. süpertitiz

iyi sabahlar.
saatlerimiz 03:18'i gösteriyor şu dakikalarda. gişe memuru yeni bitti. insanın aklını yitirmesi ne kadar kolay. bazen korkuyorum bu yüzden. her konuda fazla sabırlıyım. birkaç yıla varmaz delirebilirmişim gibime geliyor. neyse.
incir reçeli'ni izledim demiştim ya. aslında son kısmını izleyememiştim ben onun. gişe memuru'ndan önce fırsatını bulup izleyebildim. herkesin bu filmi neden bu kadar abarttığını da çözebilmiş değilim halen. bir dolu film saçması. bir tek ben mi gerçekçilik arıyorum filmlerde, bilmiyorum. hemen sayıyorum gözüme batanları. tabi böylelikle bu post derin spoiler içerecek. filmi izlemeyenler postu okumayı burada bırakabilir. hoşçakalın canlarım. bir başka postta
görüşmek üzere.
öhöm. neyse biz devam edelim. şimdi bir kere melike güner sarhoşu canlandırmada yemin ederim levent kırca'dan beter. hop hop altıntop felan. samimiyetsiz. özensiz. neyse. ikinci kötü sahne ise adam ve kadının mumlar içinde çırılçıplak oturdukları kısım. film devem ederken birden mumların içinde gördük ikisini. hoppalaa! böyle durumlarda ben o anki durumun öncesini düşünürüm. nasıl oldu yani? her yere mumlar yakıp hadi şimdi soyunup mumların ortasına eksantrik bi şekilde oturalım, sarılalım mı dediler yani? o duruma nasıl geldiler? muamma. muğlak. içi boş baloncuk kafamda. neyse hadi onu da geçtim. en saçma sahneye geldim. metin denen adamın kızın babasını görüp kızın sevgilisi sanması. böyle saçma bi şey görmedim ben. filmi izleyenler soruyorum size. allasen kaçınızın aklına sevgilisi olma ihtimali geldi. hasta adamcağız resmen bağırıyor ben babayım diye. sevgilisi sanmak? öh! yuh! bıh! vs. yemezler. ve son olarak ölüm sahnesi. tam bir klişe. yani anlamıyorum bu insanlar ölüm anını mı biliyorlar? tam en vurucu cümle ediliyor, bitiyor. hooop. ölmesi gereken ölüyor. ya bi filmde de yarım kalsın cümleler. ya da ne bileyim bi kere de felsefe yapmadan ölsün ölen kişi. gözleri konuşsun yeter. anlarız biz. yalnız hakkını yemek olmaz. sezai paracıkoğlu acayip güzel ağlıyor. höyküre höyküre böyle. salya sümük. acı çekerek ağladığı belli oluyor adamın. o sahne için kendisini tebrik ediyorum. bayıldım. bu konuda söyleyeceklerim bu kadar.
bu aralar tabutta rövaşata ve uçurtmayı vurmasınlar'ı izledim bir de. herkesin bildiği güzel filmleri izleme gecelerine devam yani. tabut hakkında sayfalarca şey yazmak istiyorum ama şu an değil. sadece tavus kuşu istiyorum şu an. bi tane kucağıma alıp sokak sokak gezmek istiyorum gecenin karanlığında. yumuşacık ve renkli tüyler, uzun bir kuyruk ve canlılığını hissetiğin kucağındaki et parçasının sana verdiği huzur. bunu tatmak istiyorum. tam da şu an hem de. mahsun süpertitiz hep gülsün istiyorum bir de.
ve evet. ama arkadaşlar iyidir.

Pazar, Temmuz 17, 2011

Perşembe, Temmuz 14, 2011

filmler, kitaplar ve 10 lira

üşengeçliğimin tavan yaptığı günlerdeyim. bütün paramı tişörtlere, kitaplara, filmlere ve kredi kartıma yatırdığımdan mütevellit cüzdanımdaki 10 lira bana yarenlik ediyor şu sıralar. onunla olan beraberliğimiz ise çok seviyeli, birbirimize taviz vermiyoruz pek. 0 yüzden evde pinekliyorum. duvarlara bakıyorum felan. balkon da güzel. öyle yani. bu arada kendime 74676423 sayfalık bir ales kitabı aldım. çalışmaya kararlıyım artık. zaten ales kolay yea. da kpds, üds kasıyor beni biraz.
yeraltından notlar'ı okuyordum son günlerde ama. kesinlikle bir yaz kitabı değil. oturp ders çalışır gibi okumak gerek o kitabı. kafam büyüyor okurken resmen. ve benim psikolojim şu sıralar bunu kaldırabilecek durumda değil. yüzeyselim, tatsızım bugünlerde. o yüzden dün saatleri ayarlama enstitüsü'nü aldım. onu okumayı deneyeceğim.
film gecelerim de tüm hızıyla devam ediyor. son kurbanlarım; otobüs, incir reçeli ve schindler's list. otobüs 1976 yapımı bir tunç okan filmi. ve muazzam. mutlaka izleyin. incir reçeli de eh. yani aslında son yıllarda çekilen metropol aşkları konulu filmler arasında "iyi" kategorisine girer. dün gece de schindler's list vardı ekranımda. 192 dakikalık dram. ve hakikaten insanın içini titreten bi dram. bitirdi beni.
staj defterim hala yarım. biri yazsa benim için. ay bayılazaam. sistim.
hoşçakalın.

Pazar, Temmuz 10, 2011

yazacak bir şey bulamıyorum vol 6341

evet. bütün gün yiyip, içip, yatmaktan başka hiçbir şey yapmıyorum. ne kadar mutluyum anlatamam. tek sorun herhangi birileriyle muhattap olmadığımdan ya da herhangi bir şeyle uğraşmadığımdan mütevellit buraya yazacak bir şey de bulamıyorum. ayrıca "yazacak bir şey bulamıyorum" cümlesi bu blogun %70'ini felan tanımlıyorum. bunun da farkındayım ve çok mustaribim. neyse.
otomatik portakal bitti. beğendim. üzerine çok şey yazabilirim ama yazasım yok. the truman show'u izledim. o da çok güzel. hatta negzel negzel. bir de geçen gün requiem for a dream'i izledim dün. o da pek hoştu. böyle herkesin izlediği filmleri izlememiş olmak kadar kötü bir şey yok azizim. muhabbet döner dolaşır misal sinemaya, filmlere gelir. oradan da doğal olarak herkesin izlediği filmlere ulaşır. herkes "o nasıl güzel bir filmdi!", "o ne oyunculuktu!" gibi yorumlar yaparken siz mal mal konu değişsin diye beklersiniz. yani ben beklerdim. ve bir yerleremi büyütmekle meşgul olduğum şu günleri bu herkesin izlediği ve arkadaş sohbetlerinde konusu dönen filmleri izleyerek geçirmeye karar verdim. ve memnunum da bu durumdan. sonuçta güzel filmler bu filmler. neyse. böyle işte.
bir de şu sıralar yeni bir format çıktı. yani çıktı demiyeyim diye çoğaldı. bir kaç ünlü bir araya geliyor. bir tane de konuk alıyorlar ortaya. sağlı sollu bir şeyler tartışıyorlar. bu programlardan sadece şu an adını hatırlamadığım, müjde ar'lı olanı denk geldikçe izlerdim. zira ben müjde ar'ı çok severim.
bu konuda söyleyeceklerim bu kadar!

Pazartesi, Temmuz 04, 2011

gece


sayfalarca yazasım var. saatlerce, günlerce ve hatta yıllarca. gece öyle sessiz ki inanamazsın. inanmadığın bir şeyin içinde var olmak da olmaz tabi. yakışmaz. sessizliğin sesi diye bir şey var derler ya hakikaten var öyle bir şey. adamı bitirir bu şey. sağ şakağından girer usulca. matkap gibi deler içini gıdıklaya gıdıklaya. sonra beyninde ilerler. yer arar kendine. bulur, oturur. bir 50'lik söyler. standart. o içtikçe sen sarhoş olursun. yapacak şey yok. katlanmak gerek.
geceler hep böyle mi? böyle galiba. hep sessiz. hep yalnız. hep terkedilmiş. bir de serin. geceler hep ürpertir beni. tüylerim diken diken oluverir anlamadan. üzülürüm onlara bakdıkça. bi sigara yakasım gelir. sonra sigara kullanmadığımı hatırlarım. bir gün hatırlayamazsam ki zaten çoğu şeyi hatırlamıyorum sigara içmeye başlayabilirim.
çok merak ediyorum insanların geceleri neler yaptığını. uyuyabilirler, gezebilirler, okuyabilirler, dinleyebilirler, ağlayabilirler, eğlenebilirler, sevişebilirler. ve eminim daha milyonlarca fiili yerine getirebilirler. ben ne yaparım? ben düşünürüm. bazen ağlarım. bazense kitap okurum, ama aynı zaman diliminde başka şeyler de düşündüğümden okuduğumu anlamam. bir daha okurum. bir daha. bir.
geceleri sivrisinekler karınlarını doyuruyor. kan içiyorlar. kan içip kızılcık şerbeti içtim diyorlar. bense tek darbeyle onları öldürebiliyorum. anneme benzediğimi daha önce söylemiş miydim? onu seviyorum. naber anne?
gece hala sessiz. herkes ne kadar çok uykuda. kaçıncı uyku bu? kaçıncı göz yumuş? uyanın ey ahali. açın gözünüzü. görün beni.
yarın güzel bir güün olabilir. olmayabilir de tabi. hayatta kesin bir şey yoktur. sadece ihtimaller vardır. belki ben bile yokumdur. yokluğum sizindir. siz neredesiniz? kim bilir kaçıncı uykuda. gece çok serin. esinti hakim. üşütüyor. üşüyorum. küçülüyorum.
elektriğin sesi var bir de. daha önce hiç duydunuz mu bilmiyorum. ama ben duyuyorum. kablolarda yaşadıklarını görüyorum. trafik felç. gürültü çok. ben elektrik olmak istemezdim. her yer de olmak zorunda olmak çok kötü bence. ben bir de ayna olmak istemem. çaktırmadan göz ucuyla herkes sizi süzer. asansörde tek kaldığınızda etmedikleri hakaret kalmaz. kötüdür ayna olmak bence. hiç olmadım. ama öyledir eminim.
sanırım başka söylecek bir şeyim yok. aaa var. şu an da balkonumun semalarında tek bir yıldız bile yok. yıldızlar bile gitmiş. bir ben kalmışım. ben de giderim. kafama sıkar giderim.