Pazar, Şubat 10, 2013

gece

Geceyi severim. En az yolculukları sevdiğim kadar. Gece yolculuklarını ise ne kadar sevdiğimi söylememe gerek bile yok sanırım. Neyse konumuz yolculuk değil, gece. İnsan kendini gece bulur. Olmak istediği kişi olur. Gevşer, rahatlar. Sessiz bi gecenin verdiği huzuru, dinlendiriciliği başka hiçbir yerde bulamaz insan. 

Gündüz, ilerleme gibi görünen tekdüze bir süreçtir. Sabahın parlak ışıkları akşam karanlığına dönüşürken, bize bir gelişme olduğu hissini verir - belli bir yönde ilerliyormuşuz gibi bir duygu. Zamanın yapay göreceliği üzerinde nadiren durup düşünürüz. Her allahın günü, aydınlığın karanlığa doğru   akışı bizi önüne katıp koşturur. Ama gün boyunca, ister sabah saat on, ister öğleden sonra üç olsun, hepimiz, gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur. Çünkü, sonunda gece olacağını ve (gündüzle kıyaslarsak) dilediğimiz gibi davranma fırsatına kavuşacağımızı biliriz. 
Kitaplar gece okunur. Sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. Gece sarhoş oluruz, gece kumar oynarız. 
Her şeyden arınmış çıplak vücut geceye aittir. Vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. Gün boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alınan, akşamüzeri dost toplantılarında sohbet konusu edilen şeyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yaşanır. Çıplaklık geceye özgüdür, gündüze değil. 
Geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. Gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. Gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı karşı savaşır. Ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize "seni seviyorum" dedirtir. Gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar geceye gönderme yapar.

Öyle güzeldir gece. Böyle güzeldir gece. 

"Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Yaşam, gecenin konusudur." Burası da benim her gece yaşam alanım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

naber?