durgunluk, bıkkınlık, aldırmamazlık, yorgunluk. vizeler bitince daha iyi hissederim kendimi diyordum ama yok gittikçe kötü oluyor halim. dayanamıyorum. içim geçiyor her şeyden, herkesden. aslında insanlarla bir problem yaşadığımda herkes gibi kendimi haklı bulurum. sorunun karşımdakinde olduğunu düşünür huzur içinde yoluma devam ederim. ama artık sorunun bende olduğunu düşünmeye başladım. canım sıkılıyor. durduramıyorum. hiçbir şey yapasım yok. tek kelime edesim yok. ortada olan bir şey de yok işin tuhaf yanı. neden böyle davrandığımı bilmiyorum. anlayamıyorum kendimi. korkumdan davranışlarımın üzerine düşünemiyorum bile. "kızım perse, depresyon mu bu yoksa?" diyorum içimden. sonra da duymayayım diye içimden gelen sesi de kısıyorum. örtbas etmeye çalışıyorum. olmuyor galiba. ne yapsam olmuyor.
Cumartesi, Nisan 30, 2011
Perşembe, Nisan 21, 2011
hakan günday !
hakan günday okumaya tesadüf eseri başladım. eylül 2009'da bir rastgele bir kitapçıda etrafı karıştırırken "ziyan"ı görüp almıştım. okudum. ve hakan günday sevgisi başladı. ziyan'dan sonra piç'le devam ettim. piç'i de bir çırpıda okumakla beraber pek beğenmemiştim nedenini bilmemekle beraber. şimdi sıra zargana'da. ve ben bayıldım. ötesi yok. zargana'yı alırken malafa'yı da aldım. zargana biter bitmez, o var sırada. sonra azil, sonra kinyas ve kayra.
ve sonunda az. hakan abi'nin yeni kitabı kendisi. hemen almalıyım, evet. kapağı bildiğimiz hakan günday kitaplarından biraz farklı. keşke benzer olsaymış. tabi önemli olan içerik. öhöm.
başlıklarda kaybolmak
melaba cınım.
vizeler akıp gidiyor. çoğu gitti azı kaldı lakin öldüm bittim azizim. esasen sınavlara son gece çalışmak hep yaptığım şeydir ama artık bünyem kaldırmakta zorlanıyor. pertim çıkıyor vize geceleri. neyse 2 tane bir şey kaldı. sakin!
ne zamandır lanet olası laptopum elimde değildi. artık ben bıktım. diyecek lafım yok. hard disk problemi var sanırım. değiştirmeli. hff!
selçuk altun'dan bahsetmek istiyorum bir de. selçuk altun'u bir arkadaşım sayesinde tanıdım. ilk okuduğum kitabı da "senelerce senelerce evveldi" idi. ama beni öldürmüştü. zor okuyup bitirmiştim. bi daha da tövbe dedim bitirdikten sonra. ammaaa dayanamadım bir kitabını daha aldım. "bizans sultanı". çarçabuk bitirdim. bir de beğendim. bir de beğendim. bir ara gidip diğer kitaplarını da almayı planlıyorum. kısmet.
hoşçıkal cınım.
p.s. ya ben böyle skimsonik bir şey görmedim. insanlar böyle böyle meczup oluyorlar heralde. kaydı yayınla butonum çalışmıyor efem. yok. benim bilgisayarım bloguma yazmama izin veriyor ama yayınlamama haaaaayıııııır. neyse bir ara okulun fosilleşmiş bilgisayarlarından bloga girip yayınlayabilirsem siz de okursunuz o vakit. üzülmeyin.
Salı, Nisan 05, 2011
Pazartesi, Nisan 04, 2011
senyora berg
tavsiyemdir.
bu kitabı da kitap fuarından almıştım. şu beğenilmeyen, satılmayan kitapların bulunduğu sepetten seçmiştim. 2 lirattı fiyatı da. aklımı seveyim. çok güzel seçim yapmışım.
kitap psikolojik bir roman esasen. bir adamın -adı mario- ergenlikten olgunluğa kadar hayatındaki dönemler anlatılıyor. mario'nun ergenlik takıntısı, komşu teyze marta berg'le olan ilişkisi, annesi, kardeşi, eşi ve kızları ile olan muhabbeti anlatılıyor. oldukça güzel. kolayca bulunabilir mi bilmiyorum ama muhakkak edinilmeli, okunmalı.
mütemadiyen okuyun.
not: burası da iyice kitap bloguna dönmeye başladı, haa!
Cumartesi, Nisan 02, 2011
ölmek sanmak
ölmek sanmak. ölmek sanmak. çok sıkılmak.
ses yok. ve seda da. parmak ucumda yürüyorum parkelerin üzerinde. babaanne evinde olan gıcırtı bile yok. modernleşmek diye ben buna derim. gıcırtısı olmayan ev!
gözlüklerimi taktım şimdi. uzun süredir ayrıydık. zira gözlerm kızarmış soğana dönmeden istemem ben onu. oturur kutusunda ses etmeden. kös. şimdi yarenlik zamanı bebeyim, kalk gel benimle. burnumun tepesine kondu hemen. mutludur heralde.
mutfağa gidip su içmeli. kapıyı açınca karanlık. zifir. çıt. göz kamaştırıcı artık. çıt. karanlık. çıt. aydınlık. şişe şişe su . damacana damacana. suyun tadı güzel olmalı. erikli. bir bardak. lıkır lıkır. ikinci. lıkır. çıt. karanlık.
dur, balkona da çıkayım. sabo marka terlikler bakarken yüzüme çıplak ayakla basmak taşlara. brrrr. buzzz. arabalar mola vermiş her yerde. acaba herkes uyuyunca transformers olabilirler mi? şimdilik sadece uyuyor gibiler. şşt. sessiz olayım. parmaklıkları karnımda hisediyorum. soğukmuş haa. annem görse öyle sarkmakla olmaz atla aşağı kızım derdi. ama göremez, yok. sarkayım. daha çok. daha çok. çimenlerin arasında kaç tane börtü böcek var acaba şu an? ve ne yapıyorlar? birbirlerine akşam gezmelerine gidiyorlar mı acaba? çok merak. çok merak.
artık içeri gireyim. üşüdüm. odama gitsem şimdi. otursam bir köşeye. yok yok. istemem. başka bi'şey istemeliyim. henüz karasızım. neyse odama gideyim. bu koridor da ne uzunmuş. kararsızlıklarımın içinde boğulurken kayboldum sanki. koridor şimdi labirent. pan's labyrinth.
sonunda odadayım. yatağıma yattım. tek ses bilgisayardan. anlamsız hırıltılar çıkarıyor. yastığımın üzerine bir sürü kuzu var. sarı kuzu pembe kuzu. mavi kuzu. böyle renkli kuzu mu olur, kuzum? sinek girmiş içeri. yengem olsa eliyle yakalayabilirdi. iyi ki yok. yatağım eskiden daha rahattı sanki. şimdi? ne bileyim. biraz şey sanki. şey...
uyumasam daha iyi. ders çalışmalıyım. ne kadar çok proses bilmek o kadar çok puan. 10 puan bana. kalktım. gözlüklerden de sıkıldım. başımın üzerinde yeri var artık. saç tellerimle kaynaşabilir.
bilgisayar gelsin kucağıma. hooop. ne var ne yok? blog var. giriş yapalım. yeni kayıt. boş sayfa. nerden başlasam?
ölmek sanmak. ölmek sanmak. çok sıkılmak.
aşkımız her zaman ki gibi tehlikede
ilişkiyi ciddiye almak ya da almamak. parnoyadan ölmek ya da ölmemek. tüm dünyayı karşına almak ya da almamak.
insanların yaşadıkları ilişkilerini bu kadar ciddiye almalarına dayanamıyorum. burada ciddi doğru sözcük olmayabilir , affınıza sığınırım. ciddi değil demek bugün onla yarın başkasıyla demek değil asla ya da open relationship taraftarı olduğum anlaşılmasın. sadece insanların bir birliktelik yaşarken dünyanın en zor işini yapıyormuş izlenimine bürünmelerine sinir oluyorum. öyle bir hal ve tavır içine giriyorlar ki sanki tüm dünya vatandaşları işlerini güçlerini bırakmış bir araya toplanmış bunların ilişkisine karşı çıkıyor ya da bir şekilde dahil olup bozmak için uğraşıyormuş imajı çiziyorlar. nedir bu, nedir? stresten ölecek sanki iki tarafta.
bir ilişki yaşamak, yürütmek elbette zor. sonuçta iki kişi ve iki farklı istek oluyor her zaman ama bu zorluğu abartmamak lazım. sonuçta dünyadaki ilişki kavramını siz başlatmadığınız aşıklar. bunun bilincine varın. aşk bir yalan adem'le havva'dan kalan. unutmayın.
insanların yaşadıkları ilişkilerini bu kadar ciddiye almalarına dayanamıyorum. burada ciddi doğru sözcük olmayabilir , affınıza sığınırım. ciddi değil demek bugün onla yarın başkasıyla demek değil asla ya da open relationship taraftarı olduğum anlaşılmasın. sadece insanların bir birliktelik yaşarken dünyanın en zor işini yapıyormuş izlenimine bürünmelerine sinir oluyorum. öyle bir hal ve tavır içine giriyorlar ki sanki tüm dünya vatandaşları işlerini güçlerini bırakmış bir araya toplanmış bunların ilişkisine karşı çıkıyor ya da bir şekilde dahil olup bozmak için uğraşıyormuş imajı çiziyorlar. nedir bu, nedir? stresten ölecek sanki iki tarafta.
bir ilişki yaşamak, yürütmek elbette zor. sonuçta iki kişi ve iki farklı istek oluyor her zaman ama bu zorluğu abartmamak lazım. sonuçta dünyadaki ilişki kavramını siz başlatmadığınız aşıklar. bunun bilincine varın. aşk bir yalan adem'le havva'dan kalan. unutmayın.
ben ben mesela
ne zamandır buralara yazamazken, sayfaları tek tek açıp yazacak bir şey bulamayınca ve yahut tam yazacakken bir sebeple sinir krizlerine girince tek tek kaparken şimdi kararlıyım. bu post ne pahasına olursa olsun yazılacak ve gönderilecek. nokta.
her ne kadar böyle keskin bir giriş yaptıysam da söyleyecek neyim var ki diye düşünmekten kendimi alamıyorum. üzgünüm.
mesela kitaplarım var.
kitap fuarından aldığım üç kitaptan ikisini bitirdim. biri genç werther'in acıları idi ki bence abartılacak pek bir yanı yokmuş. çok aşktan ölmek artık beni sarmıyor. ya da inandırıcı gelmiyor olabilir. ikincisi polonya'da bir kuş var. ikinci dünya savaşı'nı anlatıyor kitap. arka kapakta yazılanlar doğruysa sartre o dönemi en iyi anlatan kitap olarak belirlemiş bu kitabı. hoş. lakin efendim ben bu kitabın konusunu bilmeden okumaya başladığımdan mütevellit çokça pişman oldum. çok akıcı ve güzel olmasına rağmen birkaç zaman önce garp cephesinde yeni bir şey yok'u okuduğum için artık bayıldım okurken. zira ikiside aynı dönemin askerlerini anlatıyor. birinde konu alman askerler diğerinde polonyalılar. insan artık tamam yeter pes diyor. yarım bırakmadım kitabı ama ziyan ettim gibime geliyor yine de. neyse. üzerine daha fazla düşünürsem beynim patlayacak. höst.
mesela kaygılarım var.
yahu beni şimdiden okulu bitirme stresi sardı. tamam biraz erken galiba -3. sınıfım bu arada- endişelenmek için ama bilmiyorum. kafamda milyon tane içi boş baloncuk mevcut. ne olacak sonra? endişeden ölmek.
mesela saçmalıklar var.
şu an da beyaz show'da batuhan şef ve diğer iki adam var. ben böyle itici bir adam görmedim. daha önce de bahsetmiştim bu konudan ama yok dayanamıyorum yani. batuhan bey sana sesleniyorum. la altı üstü aşçısın. yaptığın iki kap yemek. bu havan kime? yarışma için konuşacak olursam da castsa çok komik gerçekse hiç komik değil. ayrıca bir arkadaşım castsa olayların nasıl gerçekleşebileceğini anlattı. öldüm. "sen biberi çok yağda kızart. batuhan şef seni ezicek!"
mesela vizeler var.
of bunlara da çalışmak lazım şimdi.
mesela spor var.
evet bu konuya değinmeden geçemiciim. 2 kilo vermişim, brava bana.
hepinize harika karın kasları, sıkı popolar, sütun gibi bacaklar, iyi geceler!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)