barış bıçakçı'yı sevmemin nedenini düşünürken yakaladım biraz önce kendimi.
*
aslında kasvetli şehirler, birbirleriyle dipdibe olan evler oldum olası irrite etmiştir beni. nefes alamam hiç oralarda. ankara gibi. ya da cemil'in yaşadığı toplu konutlar gibi. öyleyse neden seviyorum ben bu barış abinin yazdıklarını? bulamıyorum kesin cevabı. sevdiğim şey sıradanlıklar içinde sıradan olmaya çalışan marjinal karakterler mi? yoksa o karakterlerin fazla gerçekliği mi? bilmiyorum.
*
okuduklarımın değerlendirmesine gelelim şimdi:
*
*
birkaç saat önce bitirdiğim sinek ısırıklarının müellifi'nden başlasam daha iyi olacak sanki. açık sözlü olmak gerekirse tam da beklediğim gibi bir roman. barış abinin sevdiği tip karakterler. toplu konutlardaki tekbaşınalık. sanırım bu kelime grubu özetliyor cemil'in hayatını. nazlı ile olan aşkları ise bana göre en az ankara kadar kasvetli ve soğuk. nazlı biraz daha başka türlü olmalıydı. biraz daha cemil gibi.
*
ve şu satırlar ise çok güzel : "hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret. periyodik tabloyu ezberlesek yeter. evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? anlam ağırdır... dibe çöker. falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar."
*
gelelim aramızdaki en kısa mesafe'ye. çocukluğundan ergenliğine, oradan da gençliğine, yetişkinliğe atlıyor bu kitapta bay bıçakçı. onun hatırladıklarını okuyunca siz de başka şeyler hatırlıyorsunuz ve ürperiyorsunuz. hüzünle okuyorsunuz bu kitabı. her bölümün son cümlesi kağıt kesiği etkisi yaptı bende. yara bantlarınızı yanınızda bulundurun okurken.
*
baharda yine geliriz. okuduklarım içinde en vasatı sanırım. ya da ben okumadan önce beklentilerimi biraz fazla tutmuşum. bilmiyorum. bu kadar güzel ve naif bir isme ve puslu ve kışkırtıcı bir kapağa sahip bir kitaptan az şeyler beklemem mümkün mü peki? aklımda kalansa tek bir cümle. "insan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
*
ve son. aslında barış bıçakçı'yla tanışmam bizim büyük çaresizliğimiz ile oldu. utanç verici biliyorum ama onu bile çok geç keşfettim. önce kapağına vuruldum kitabın, sonra ender ve çetin'in dostluğuna. ya da daha doğru bir anlatımla ender'in çetin'i ve aralarındaki ilişkiyi masalsı anlatışına. o kadar gerçekçi bulmuştum ki yazılanları. kendime bile şaşırmıştım. aslında okumayanlar için fazla bir spoiler içermesin istiyorum bu yazı ama elimden gelmiyor. ender'i anlatmayı ve anlamayı reddetmek mümkün değil. aslında okurken ilgimi çeken satırları çizerim ama nedense bu kitapta tek bir izim yok. olaya kendimi fazlaca kaptırdığım burdan bile belli olabilir sanırım. ama hatırladım bir kısım var. çetin ender'e diyordu. "dostum, her şeyin farkında olduğun için mi yalnız ve mutsuzsun?" ender tam da böyle biri benim için. kırılgan ve sessiz. ama bir o kadar da kuul.
*
bir de filmi var bu kitabın. yönetmeni seyfi teoman. üniversitedeki film festivali sayesinde sinema atmosferinde izleme şansı buldum ki bunun için oldukça şanslı hissediyorum kendimi. her kitap uyarlamasında olduğu gibi eksikler var muhakkak. ama benim şu ana kadar izlediğim uyarlamalar içinde kafamda kurguladığım ile en paraleli. özellikle ender'i oynayan ilker aksum. başka biri bu kadar ender olamazdı sanırım. izleyin.