aslında onun hakkında bir şeyleri 27 ocak'ta yazacaktım. ölüm yıl dönümünde. ama olmadı. o gün açtığım her boş sayfayı tek tek kapattım. yazamadım. çünkü hakkında yazacak çok şey vardı ve benim beynim bu kadar karmaşayı kaldırabilecek kıvamda değildi o gün. hoş, hala öyle galiba ki şu an giriş kısmını uzattıkça uzatıyor bir yandan da nerden konuya girsem, ne desem diye düşünüyorum.
salinger'ın türkçeye çevrilmiş tüm kitaplarını okudum.
-çavdar tarlasında çocuklar
-dokuz öykü
-franny ve zooey
-yükseltin tavan kirişini ustalar-seymour - bir giriş
hepsinin mükemmel, salinger'ın ne kadar yetenekli bir yazar olduğunu söylememe gerek yok sanırım. zira bloğuma isim ararken bile ilk aklıma onun kitapları, yarattığı karakterler gelmişti. her ne kadar blog ismi çavdar tarlasında çocuklar'dan gelse de benim favorim her zaman "muz balığı için mükemmel bir gün". o öyküyü okuduğumda nasıl bir ruh haline büründüğümü anlatamam. çok şaşırtıcı. çok gerçek.
kitaplarını okurken ister istemez insan kendini glass ailesinin bir ferdi gibi hissediyor. seymour, boo boo, buddy, walt, waker, franny veya zooey gibi. bazen hepsi, bazen hiç biri gibi. kafamı her zaman kurcalayan asıl soru şudur ki: acaba salinger hangisi gibiydi? 91 yaşında, gözlerden uzak tek başına geçirdiği bu uzuuun hayattan ayrılırken yarattığı hangi karakter onu tanımlıyordu? ya da tanımlamaya yetiyor muydu? şüphesiz pek çok insan seymour diye yanıt verir bu soruya. ancak ben pek emin değilim.
bazen franny gibi canlanıyor gözümde nedense. franny, varoluşunu sorgulamaya başladığında kendini bulunduğu ortama yabancı hissediyor. bir bar taburesi üzerinde yanında oturan sevglisi dahi ondan kilometrelerce uzak geliyor. sonra bir kitapta buluyor çözümü. o kitap onu bambaşka biri yapıyor, sorularına bir nebze de olsa cevap oluyor. salinger diyorum. belki de onun bizlerden uzak, kopuk yaşamasının sebebi o kitabı hala bulamamış olmasıdır. kim bilir? ah! artık kimse bilemez değil mi?
nette salinger hakkında bir şeyler ararken, bir sitede, çavdar tarlasında çocuklar adlı kitabının ana karakteri olan holden caulfield'a ne kadar benzediğini okudum. holden'nın "ortalık oldukça sessizdi, çünkü bizim ernie piyano çalıyordu. herifin piyanoya oturması bile, tanrı aşkına, kutsal bir şeydi sanki. yani, hiç kimse onun kadar iyi çalamazdı. piyanonun önünde lanet bir ayna vardı, ernie'nin suratına da da iri bir spot lamba çevirmişlerdi, böylece o piyano çalarken suratını seyredebiliyordunuz, parmaklarını değil ama; o kocaman moruk suratını yalnızca. yemin ederim, ben bir piyanist ya da aktör filan olsaydım ve bu sersemler de benim olağanüstü biri olduğumu düşünselerdi, bu durumdan nefret ederdim. beni alkışlamalarını bile istemezdim. ben piyanist olsaydım, gider bir kenefe kapanır, öyle çalardım." sözlerinde olduğu gibi salinger'da bu yüzden kaybolmuştu ortalardan bu örneği verene göre. bilmiyorum. ben pek inanmadım sanırım
o benim için hep bir GLASS. hangisi olursa olsun.
rest in peace!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
naber?