52 haftada 23 kitap okumuşum aziz silah arkadaşlarım.
1. Franz Kafka - Dönüşüm
2. Barış Bıçakçı - Sinek Isırıklarının Müellifi
3. Raymond Queneau - Biçem Alıştırmaları
4. Barış Bıçakçı - Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
5. Hakan Bıçakçı - Rüya Günlüğü
6. Hakan Bıçakçı - Boş Zaman
7. Yaşar Kemal - Ağrı Dağı Efsanesi
8. Orhan Kemal - Murtaza
9. Selçuk Altun - Annemin Öğretmediği Şarkılar
10. Douglas Adams - Otostopçunun Galaksi Rehberi
11. Alparslan Akkuş - Kaderle Zar Atılmaz
12. Kyung-sook Shin - Lütfen Anneme İyi Bak
13. Zülfü Livaneli - Leyla'nın Evi
14. Orhan Kemal - Dünya Evi
15. Boris Vian - Güllerin Köpüğü
16. Murat Gülsoy - Binbir Gece Mektupları
17. Mustafa Kutlu - Uzun Hikaye
18. İhsan Oktay Anar - Yedinci Gün
19. Lev Tolstoy - İnsan Ne İle Yaşar?
20. Lütfü Şimşek - Sosyal Bilimler ve Felsefe
21. Güntekin Akkuş - Algı Kalesi Rastlantı ve Devinim
22. Hüsnü Arkan - Ölü Kelebeklerin Dansı
23. Selçuk Altun - Ku(r)şun Lezzeti
kendime not : daha çok oku !
Pazartesi, Aralık 31, 2012
Cuma, Aralık 28, 2012
Naber?
Birkaç gün sonra yıl bitiyor. Dedim bari küçük bir 2012 değerlendirmesi yapayım kendimce. Bunu dedim ama bir önceki cümle bittiği an ne kadar balık hafızalı bir insan olduğum gerçeğiyle yeniden yüzleştim. Hiçbir şey hatırlamıyorum! Neyse eldeki dokümanlarda olanlarla idare edeceğiz artık.
Ocak 2012 : Final tatili ve finallerle geçti. KPDS hazırlık kursuna yazıldım. Bunu neden yaptım bilmiyorum. 3 ay boyunca her hafta sonu erken kalkmak. Tamam her hafta sonu diyemeyiz, son 1 ay hiç gitmemiştim. İşe başladım.
Şubat 2012 : Bahar dönemi için ders seçerken okulun 1 yıl uzaması gibi bir ihtimal belirmişti ki neyse ki bertaraf edildi. Dönem başladı. Ortalamamın tavan yapacağına inancım sonsuzdu (yapamadım) Tofaş-Aliağa Petkim maçına gitmişim bir de.
Mart 2012 : Mühendis olarak ilk profesyonel iş görüşmemi yaptım. Tabi sonuç negatif oldu. Kitap fuarına gittim. ÜDS'ye girdim. Tofaş-Banvit maçına gittim.
Nisan 2012 : Kendimi Türk filmlerine adadım. Yemedim, içmedim, izledim. Tez konumu aldım. İşi bıraktım.
Mayıs 2012 : Ayın ilk 10 günü içinde tezimi yazdım ve teslim ettim. Sonuç AA. Hızlı ve bir o kadar da başarılı bir tez dönemi geçirmişim gördüğünüz gibi. ALES ve KPDS'ye girdim.
Haziran 2012 : Finaller bitti. Mezun oldum. İşsiz mühendisler kervanına katıldım. Mezuniyet balosuna ve kep törenine katıldım. Tahmin ettiğimden daha fazla eğlendim. 26 Haziran günü ajandama düştüğüm not: İnsanlar hayatın boyunca kim olduğunu söyleyip duracak sana. Seninse yapman gereken onları susturup "hayır ben buyum" demek. Neden böyle bir şey yazdığımı hatırlamıyorum.
Temmuz 2012 : Aileyle 1 haftalık tatil güzel oldu. KPSS'ye girdim. Atanmak gibi bir derdim hiç olmadı ama neden girdim bilmiyorum. "Okul bitince naapıcam ben ya?" diye kara kara düşündüğüm zaman dilimlerinin birinde başvurduğum için kendimi girmek zorunda hissettim sanırım.
Ağustos 2012 : Yıldız, İstanbul ve Uludağ Üniversitelerine yüksek lisans başvurularında bulundum. İstanbul ve Uludağ'da mülakatlara girdim. Yedim, içtim. yattım.
Eylül 2012 : Yıldız'da mülakata girdim. Totalde başvurduğum 5 bölümden 3'üne kabul aldım. Aralarından birini seçtim ve yüksek lisans belirsizliği ortadan kalktı. 22'yi devirdim. Altında kaldım. İstanbul'a taşındım.
Ekim 2012 : Dersler başladı. Sahaf festivaline gittim. İstanbul'u tanıma turları düzenledim kendime. Alışmaya çalıştım. Alıştım. 13 Ekim günü ajandama düştüğüm not: Aydın ve aydın olmayan arasındaki fark; aydın başına neler geleceğini bilir, aydın olmayan bilmez. Çok daha mutludur.
Kasım 2012 : Derslerin yoğunluğu başladı. Tahminimden daha çok ders çalışır buldum kendimi. İlk defa okul için sabahladım. Son yılların en ağır gribini geçirdim. Ölüyorum sandım.
Aralık 2012 : Derslerin yoğunluğu aldı başını yürüdü. Biri bitmeden diğeri başladı. Arada fırsat bulup tuburuklarla Ezginin Günlüğü konserine gittim. Aylardır sinemaya gitmediğimi hatırlayıp sinemaya gittim.
Evet, ilk etapta aklıma gelenler böyle.
Haydi görüşürüz.
Not: Gelecek ile ilgili teorim.
Cuma, Aralık 14, 2012
merhaba,
Canım o kadar hiçbir şey yapmak istemiyor ki ben de hiçbir şey yapmıyorum. Eskiden yani Bursa'dayken evde yalnız kalmayı severdim. Hatta bazen "allahım ne olur kimse gelmesin ve ne olur evden çıkmak zorunda kalmayayım" diye dua ederdim. Ama şimdi sevmiyorum. Bu evde tek başına zaman geçmiyor sanki. Geçsin diye uğraşıyorum ama olmuyor işte. Dışarı çıksam daha mı iyi hissedeceğim peki? Ondan da emin değilim.
Galiba ben bu aralar genel olarak pek iyi değilim.
Pazartesi, Aralık 10, 2012
ağlama melis
Naber?
Şunu itiraf etmeliyim ki yüksek lisans olayı benim gözümde küçülttüğüm kadar basit bi'şey değilmiş. İlk zamanlardaki "ne kadar zor olabilir ki yea?" gibi söylemlerim yerini "bu kadar da yüklenilmez ki bi insana canım!"lara bıraktı. İnanıyorum ki tez aşamasına geldiğimde daha da hayıflanacağım buralarda. Şimdi gidip literatür tarayıp hiçbir şey bulamayıp kendi kendime sinir olmalıyım. Görüşmek üzere.
Kendime not: Sen kaşındın kızım!
Şunu itiraf etmeliyim ki yüksek lisans olayı benim gözümde küçülttüğüm kadar basit bi'şey değilmiş. İlk zamanlardaki "ne kadar zor olabilir ki yea?" gibi söylemlerim yerini "bu kadar da yüklenilmez ki bi insana canım!"lara bıraktı. İnanıyorum ki tez aşamasına geldiğimde daha da hayıflanacağım buralarda. Şimdi gidip literatür tarayıp hiçbir şey bulamayıp kendi kendime sinir olmalıyım. Görüşmek üzere.
Kendime not: Sen kaşındın kızım!
Pazar, Aralık 09, 2012
Probis
Canlarım, ciğerlerim;
Madem böyle bir güzellik var bana niye söylemiyorsunuz? Niye haberdar etmiyorsunuz?
Hadi siz etmiyorsunuz; günaşırı abur cubur standlarında derinlemesine kazı çalışmaları yapmama rağmen ben niye fark etmiyorum bu minik probisleri? Kim satıyor bunu? Nereden gelir, nereye gider? Az daha düşünürsem çıldıracağım. Hoşçakalın.
Pazartesi, Aralık 03, 2012
çok yorgunum, beni bekleme kaptan. seyir defterini başkası yazsın.
Merhaba,
Twitter'da dolaşırken Pascal Nouma'nın hesabına denk geldim sevgili kardeşlerim. Kendini Türk bayrağına sardığı bir fotoğrafını profil fotoğrafı yapmış. Çok saçma değil mi ya? Adam Fransız, kendini Türk bayrağıyla sarma yapıyor falan. Hadi sarma yapıyor onu geçtim bir de profil fotoğrafı yapıyor. Şimdi çıkıp Türk vatandaşı bir kardeşimiz kendini bilmem ne bayrağına sarıp prim yapmaya çalışsa hoş mu? Nasıl bir ezikliktir bu oğlum Pascal?
Türkçe olimpiyatları mesela. Kız zenci, çıkmış sahneye leylim ley'i söylüyor. Ne alaka ya, ne alaka? Orada toplanmış 3-5 kişi de duygulanıyor, ağlıyor falan. Ben İngilizce şarkılara deli gibi eşlik ederken bi İngiliz'in bana bakıp içlendiğini ya da milli duygularının kabardığını düşünmüyorum açıkçası.
Perse, balık tutan şaşı kedi sokağı'ndan bildirdi.
ilkokul öğretmenim.
o kadar kötü hissediyorum ki kendimi. bi saat kadar önce ekşi'den gelen bi mesajla darmaduman oldum. konu ilkokul öğretmenim hakkında yazdığım bi entry, yani şu:
"yıllar geçtikten sonra
çocukluğumda ne kadar büyük yaralar açtığını daha iyi anladığım öğretmen.
şimdi düşünüyorum da bir insan el kadar çocuklara nasıl yapar böyle şeyler. ilkokul hayatım boyunca hep örnek bir öğrenciydim. derslerim süperdi. sessiz, sakin hatta mazlum bir tiptim bile diyebiliriz. bu sebepten mütevellit 4. sınıfta öğretmenimizin yaptığı bir darbeyle sınıf başkanlığına getirilmiştim. her gün tahtaya tarihi, dersi konuyu yazmak, gelmeyenleri belirlemek, nöbetçi sırasını takip etmek gibi kutsal görevlerim vardı. ve tabi en kutsal görev konuşanları tahtaya yazmak, yaramazlık derecelerine göre onları çarpılarla rütbelendirmek. bir sabah yine sınıfa gelmiş tahtaya dersi konuyu yazmış sınıfta sessizliği sağlamaya çalışıyordum. o sırada bir hışımla sınıfa girdi kabusum. belli ki evde bir şeyler olmuştu. ya kocasıyla tartışmıştı ya da gerizekalı ergen kızıyla. sınıfın o kargaşasını görünce gözleri daha da alevlendi ve o gözler aniden bana çarptı. "ne bu sınıfın hali?" dedi. "öğretmenim ben susturmaya çalıştım beni dinlemediler?" dedim. "kimmiş o seni dinlemeyenler?" diye höykürdü bu kez. ve ben kimsenin adını veremedim. sustum. beyaz yakamdan tuttu. kendine doğru çekti. sıkı bi tokat yiyeceğimi anlamıştım. önce bir fake attı. vurur gibi yaptı vurmadı. tabi ben bu fake sırasında kendimi korumaya çalışınca daha da sinirlendi. peşpeşe tokatlar yedim. ve öğretmenim rahatladı. sinirini bana kusmuştu. o iğrenç sırıtışını suratına yapıştırıp masasına oturdu dersine başladı. bense bütün gün ağladım. birkaç ders sonra öğretmenin yanına gidip istifa etmek istediğimi söyledim. bunu duyunca da bağırdı. ben ağlamaya ve sınıf başkanlığına devam ettim.
ben sadece o gün dayak yemiştim ama öğretmenimizin başka fantezileri de yok değildi. sınıfın erkekleri dersten önce okulun yanındaki parkta top oynarlardı. ama derse vaktinde gelirlerdi. ama o kadın o çocukları okula terli geldiler diye döverdi. sınıfça gittiğimiz piknikte arkadaşımızı köpek ısırmıştı. ve o kadın "niye kendini ısırtıyorsun?" deyip o arkadaşımı da dövmüştü.
seni minnetle değil lanetle anıyorum xxxx."
şimdi düşünüyorum da bir insan el kadar çocuklara nasıl yapar böyle şeyler. ilkokul hayatım boyunca hep örnek bir öğrenciydim. derslerim süperdi. sessiz, sakin hatta mazlum bir tiptim bile diyebiliriz. bu sebepten mütevellit 4. sınıfta öğretmenimizin yaptığı bir darbeyle sınıf başkanlığına getirilmiştim. her gün tahtaya tarihi, dersi konuyu yazmak, gelmeyenleri belirlemek, nöbetçi sırasını takip etmek gibi kutsal görevlerim vardı. ve tabi en kutsal görev konuşanları tahtaya yazmak, yaramazlık derecelerine göre onları çarpılarla rütbelendirmek. bir sabah yine sınıfa gelmiş tahtaya dersi konuyu yazmış sınıfta sessizliği sağlamaya çalışıyordum. o sırada bir hışımla sınıfa girdi kabusum. belli ki evde bir şeyler olmuştu. ya kocasıyla tartışmıştı ya da gerizekalı ergen kızıyla. sınıfın o kargaşasını görünce gözleri daha da alevlendi ve o gözler aniden bana çarptı. "ne bu sınıfın hali?" dedi. "öğretmenim ben susturmaya çalıştım beni dinlemediler?" dedim. "kimmiş o seni dinlemeyenler?" diye höykürdü bu kez. ve ben kimsenin adını veremedim. sustum. beyaz yakamdan tuttu. kendine doğru çekti. sıkı bi tokat yiyeceğimi anlamıştım. önce bir fake attı. vurur gibi yaptı vurmadı. tabi ben bu fake sırasında kendimi korumaya çalışınca daha da sinirlendi. peşpeşe tokatlar yedim. ve öğretmenim rahatladı. sinirini bana kusmuştu. o iğrenç sırıtışını suratına yapıştırıp masasına oturdu dersine başladı. bense bütün gün ağladım. birkaç ders sonra öğretmenin yanına gidip istifa etmek istediğimi söyledim. bunu duyunca da bağırdı. ben ağlamaya ve sınıf başkanlığına devam ettim.
ben sadece o gün dayak yemiştim ama öğretmenimizin başka fantezileri de yok değildi. sınıfın erkekleri dersten önce okulun yanındaki parkta top oynarlardı. ama derse vaktinde gelirlerdi. ama o kadın o çocukları okula terli geldiler diye döverdi. sınıfça gittiğimiz piknikte arkadaşımızı köpek ısırmıştı. ve o kadın "niye kendini ısırtıyorsun?" deyip o arkadaşımı da dövmüştü.
seni minnetle değil lanetle anıyorum xxxx."
xxx'lerin yerinde anlayacağınız üzere öğretmenimin ismi yazıyordu. gelen mesajda da entrydeki hakaretleri ve ismi kaldırmam rica ediliyordu. "entrynin ilgili kişilerce okunduğunu ve keşke bu elim vaka olmasaydı dendiğine emin olabilirsin." hadi ya? entrynin tamamını sildim. amacına ulaştı çünkü. bir de mesaja güzel bir cevap yazdım. vicdan rahatlığı temalı. eğer istediğim gibi bir cevap gelirse unutmaya çalışacağım o zamanları. yok gelmezse entry sözlükteki yerini yeniden alacak. "sadece rica ediyorum şu an" demiş bir de. hani yoksa hukuki yollara başvurulacak. peki seni bu çocuklara yaşattığın travmalara karşı hangi yasa koruyacak? şimdilik beklemedeyim. hem cevabı bekliyorum hem de sakinleşmeyi. sonrasını hep birlikte göreceğiz.
iyi geceler.
Pazartesi, Kasım 26, 2012
Merhaba,
Yine İstanbul'dayım. Artık her gidişimde zaman daha da çabuk geçiyor Bursa'da. Dolu dolu 5 gün boyunca evimdeydim. Ne anladım? Hiç.
Ölüm diye bi'şey varmış sonra. "Grip oldum" diye hastaneye gidip kanserin son evresinde olduğunu öğrenebiliyormuş insan. Ve o günden sadece 4 gün sonra ölebiliyomuş. Yeni anladım. Mesela biz şimdi hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz ama artık o yok. İnsan nasıl inanabilir ki buna? Ama evet biliyorum. Doğarız ve ölürüz. Kabullenmekten başka çıkar yol yok.
Çok çok çok hastayım. Vize belası olmasaydı buraya adımımı bile atmazdım. Huysuz bir hasta olarak sıcacık yatağımda yatar, annemden ilgi beklerdim.
Velhasıl, hiç keyfim yok.
Yine İstanbul'dayım. Artık her gidişimde zaman daha da çabuk geçiyor Bursa'da. Dolu dolu 5 gün boyunca evimdeydim. Ne anladım? Hiç.
Ölüm diye bi'şey varmış sonra. "Grip oldum" diye hastaneye gidip kanserin son evresinde olduğunu öğrenebiliyormuş insan. Ve o günden sadece 4 gün sonra ölebiliyomuş. Yeni anladım. Mesela biz şimdi hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz ama artık o yok. İnsan nasıl inanabilir ki buna? Ama evet biliyorum. Doğarız ve ölürüz. Kabullenmekten başka çıkar yol yok.
Çok çok çok hastayım. Vize belası olmasaydı buraya adımımı bile atmazdım. Huysuz bir hasta olarak sıcacık yatağımda yatar, annemden ilgi beklerdim.
Velhasıl, hiç keyfim yok.
Pazar, Kasım 11, 2012
Pazartesi, Ekim 29, 2012
Güzel olan her şey neden çabuk biter?
Saatler sonra ikea poşeti içinde denizaşırı yorgan taşıyacak olan o talihsiz insan benim. Baktıkça ağlayasım geliyor. Dışarıda deli bir lodos var. Denizaşırı falan diyorum ama çok büyük bir ihtimalle lodos sebebiyle seferler iptal olacağı için yorganımla birlikte başka yollar arayacağım İstanbul'a ulaşmak için. Ve ona hayatının en berbat gününü yaşatacağım. Sonra da kendisinden beni ısıtmasını bekleyeceğim. Yok ya!
Tatil çok çabuk bitti sanki. Güzel olan her şey neden çabuk biter? Kimse bilemez.
Perşembe, Ekim 25, 2012
Çarşamba, Ekim 24, 2012
(L)
Merhaba,
Sonunda evde olmak çok güzel. Çok tatlı. Hele de yatağıma kavuşmak ... Hissettiğim mutluluğu ve güveni tarif etmem imkansız bir hal aldı şu dakikalarda. Resmen rahatlıktan uyuyamıyorum. Aslında uyku konusunda hakikaten İYİyimdir. Öyle koltukmuş, kanepeymiş hiç ayırt etmem. Yataklara, yorganlara, yastıklara anlam yüklemek gibi huylarım yoktur. Ayakta bile uyurum uykum varsa. Ama insanın kendi yatağı bir başkaymış yahu. Böyle yumuşak ve tatlı. Of, çok mutluyum.
Salı, Ekim 23, 2012
oku
Yıl olmuş 2012, hala "Kitap okumuyorum, eksikliğini de hissetmiyorum." diyenler var. Vay arkadaş!
Çok önemli not: Artık özel isimlere gelen ekler kesme işareti ile ayrılmıyormuş. Mesela, Türkçenin. Türkçenin ne ya? Nasıl ayrılmaz o -nin? Ben ayırırım valla. Sizi bilmem ama ben keserim!
Çok önemli not: Artık özel isimlere gelen ekler kesme işareti ile ayrılmıyormuş. Mesela, Türkçenin. Türkçenin ne ya? Nasıl ayrılmaz o -nin? Ben ayırırım valla. Sizi bilmem ama ben keserim!
Pazar, Ekim 21, 2012
mühendislik vs. iibf
Naber?
Gecenin şu saati yapacağım ödevi düşünürken bunca insanın neden sosyal bilimler okuduğunu daha iyi anlıyorum.
Şu yüksek lisans işini düşünürken bölüm konusunda hep tereddütlerim oldu. Acaba sıkılacak mıyım? Acaba sevecek miyim? Şimdi bakıyorum da yıllarca boşuna mühendisliğin tozlu yollarında kendimi heba etmişim gibi geliyor. Akışkanlar mekaniği, reaksiyon kinetiği, teknik resim, ısı transferi, kütle denkliği, biyoteknoloji, mikrobiyoloji ve adını sayamadığım daha niceleri. Hepsi ayrı ayrı ömür törpüsüydü. Ama şimdi bakıyorum; tüketici davranışı, marka kararları, reklam yönetimi ... Mis ... Nasıl eğlenceli, nasıl güzel! Bu kadar iibf'linin bir bildiği varmış.
Bir yandan iş bulsam ne güzel olur. olabilir.
Perşembe, Ekim 04, 2012
Pazartesi, Ekim 01, 2012
teyzesi defterdar olan faytonla damda dolaşır
Alındın mı canım?
Şu cümleyi duyunca yemin ederim kanım çekiliyor artık. Normalde yani genel olarak şaka kaldıran biriyimdir ama artık şakanın kaka olduğu günler yaşıyorum sevgili kardeşlerim. Ben şaka kaldırdıkça bakıyorum insanlar daha çok şaka yüklüyorlar üzerime. Tabi dillerinin kemiklerini bir kenara bırakarak. Sonra da "alındın mı canım?". Yok ya, ne alınıcam. Ben öyle de bir odunum ki ne dersen de koymaz bana. Böyle bir cevabı içtenlikle vereceğim düşünülüyor sanırım kulislerde. Halbuki ben de kırılgan, naif, hassas bir insanım. Ama dışarıdan nasıl anlaşılıyorsam artık hani bana ana avrat düz gitseler akabinde "alındın mı canım" diye sorsalar ve ben "yok ya, sorun değil" ayağı yapsam hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekler. Hiç sorgulamadan, acaba ağır mı oldu diye düşünmeden... Bundan sonra "alındın mı canım?" diye sonralara vereceğim cevap tek. MUZ.
Ben de alınıyorum sevgili kardeşlerim. Akıllarda bulunsun.
not: dün gece ki kokoreç çogzeldi. Yine olsa da yesek :(
Salı, Eylül 25, 2012
komş-
meraba.
şu an bu satırları bu postu yayınlayıp yayınlayamaycağımı bilmeden yazıyorum. zira komşu her an modemini kapatabilir. bilmeden işlediği hayrın haddi hesabı yok şu an. 10 sevap points ...
çok istediğim gibi evden çıktım ama şimdi bu kararın doğruluğunu sorgular oldum. belki çok yeni olduğu için bu ikileme düşüyorum ya da belki gerçekten bizimkilere düşündüğümden fazla bağlıymışım.
1 ay öncesine kadar gayet normal gelen yabancı biriyle eve çıkma fikri nedense şimdi ürkütücü geliyor. apart falan bakıyorum. onların da kaç yüz bin papel olduğu belli değil. yani şimdilik misafirliğe devam.
bulunduğu koordinatlar berbat olmasına rağmen kampüs, fakülte fiziken normal-güzel karışımı. sınıf arkadaşlarım da iyi gibiler. ama tabi bu işler öyle hemen belli olmaz. bakalım.
çok mutlu değilim ama.
daha çok yalnız gibiyim.
not: ne güzel komşumuzdun sen, modem sahibi. tenkselat.
bu da böyle bi koyun.
şu an bu satırları bu postu yayınlayıp yayınlayamaycağımı bilmeden yazıyorum. zira komşu her an modemini kapatabilir. bilmeden işlediği hayrın haddi hesabı yok şu an. 10 sevap points ...
çok istediğim gibi evden çıktım ama şimdi bu kararın doğruluğunu sorgular oldum. belki çok yeni olduğu için bu ikileme düşüyorum ya da belki gerçekten bizimkilere düşündüğümden fazla bağlıymışım.
1 ay öncesine kadar gayet normal gelen yabancı biriyle eve çıkma fikri nedense şimdi ürkütücü geliyor. apart falan bakıyorum. onların da kaç yüz bin papel olduğu belli değil. yani şimdilik misafirliğe devam.
bulunduğu koordinatlar berbat olmasına rağmen kampüs, fakülte fiziken normal-güzel karışımı. sınıf arkadaşlarım da iyi gibiler. ama tabi bu işler öyle hemen belli olmaz. bakalım.
çok mutlu değilim ama.
daha çok yalnız gibiyim.
not: ne güzel komşumuzdun sen, modem sahibi. tenkselat.
bu da böyle bi koyun.
Perşembe, Eylül 20, 2012
şimdi o mutlu günler mazide kaldı
naber?
farkettim ki kafada 1500 tane şey aynı anda dolaşınca bi vakitten sonra beyin hepsini inkara doğru gidiyor. böyle boş gözlerle duvarları falan izler oluyorsun. sonra halılar, perdeler dikkatini çekiyor. öyle yani. zaten çok zora gelemeyen biri olduğum için böyle hemen daralıveriyorum. bu da bir gerçek. ve de rahat bir insan olduğum için aslında çoğu şeyi problem etmem. "yaparım, hallederim, olur. " diye düşünürüm. ama bu aralar böyle bile yapamıyorum. çok gerginim. bir işe girdim ama yani ben de bittim. yemin ederim bazı geceler uyuyamıyorum düşünmekten. istanbul'a taşınıyorum diyorum. nereye taşınıyorum? ev yok. ev arkadaşım yok. aday bile yok. kampüs desen anasının dininde. hani nerde ev bakacağımı bile şu an tam olarak bilmiyorum. ay düşündükçe bayılazaam!
bu arada 7 eylül benim doğum günümdü. burada belirtmemişim. not düşeyim dedim. sanırım ilk defa farklı bir şehirde doğum günümü kutladım. değişik bir şey. "yaşlandım yea" geyiği yapacak değilim ama bir olgunlaşma da yok değil.
olgunlaşma demişken, etrafımdakilere takılmayı seviyorum. ama sanırım çok gerçekçi oynuyorum ki onlar takıldığımı anlamıyor. sonuç da tabi hüsran oluyor. kızıyorlar, tripler yiyorum. üzülüyorum yemin ederim. kendimden tiksiniyorum o anlarda. ama sevdiğimden takılıyorum. gerçekten iyi niyetliyim.
böyle geç vakitlerde siz de bira.fm'i dinleyin bence. frekansı da 105 olarak seçin. ve şimdi banu benim için söylüyor:
hiç üzülme bu da geçer. bir gün gelir mazi olur. unutulmaz denen dertler unutulur unutulur.
Çarşamba, Eylül 12, 2012
Pazar, Eylül 09, 2012
şekerpare
melabaa;
son bir haftadır iki gün üst üste aynı yatakta bile yatamamış olmam neden blogcuğumu bu kadar çok boşladığımı size anlatır sanırım. 1 hafta içinde 5 kez şehir değiştirdim lan! ancak resmi olarak yeniden öğrenci olmak hoş bir duygu yaratmadı değil. muhtemelen vize-final zamanları hayıflanırken, tez zamanı bugüne lanet ediciim ama şimdilik problem yok.
her işini son dakikaya bırakan biri olmayı ben de istemezdim ama oldum. üzgünüm.
ev bulma, ev arkadaşı bulma gibi birtakım problemlerin önümüzdeki günlerde beni bekliyor olması büyük sıkıntı. problemler çözülene dek brokolimle ev paylaşacak olmak ise büyük güzellik. onu ayartıp kendime daimi ev arkadaşı yaparsam da hayat bana güzel.
bir de tubcuğum şöyle güzel bir blog açtı. okuyun da okuyun.
şekerpareyi de çok severim. olsa da yesek.
Cuma, Ağustos 31, 2012
Salı, Ağustos 28, 2012
Salı, Ağustos 14, 2012
bazı insanlar?
merhaba,
emel'in blogunda bahsettiği şu bazı insanlar var ya hani. böyle kötü genellemelerin öznesi. heh işte o bazı insanlar gibiyim ben bazen.
yarın istanbul'a gidiyorum.
güzel olsa ya her şey.
Cumartesi, Ağustos 11, 2012
kaderle zar atılmaz.
bi okusanız çok seversiniz.
"yoksa güven, fener'in kalecesi kova yaşar'dan bile daha fazla boşa çıkan bi'şey değil miydi?"
Cuma, Ağustos 10, 2012
yedek
yüksek lisans konusu artık midemi bulandırıyor. üzerine düşünmemek istiyorum. uludağ'da başvurduğum üç bölümün ikisinden kabul aldım, birinde de 2. yedeğim. ve ben yedek olduğum o bölüm için çok şeyden vazgeçebilirdim. kazandıklarıma kayıt yaptırasım yok. istanbul'dan bir şeyler olursa güzel olacak. şimdilik yapabileceğim pek bir şey yok. bekliyorum. moralim bozuk. moralim çok bozuk.
Pazartesi, Ağustos 06, 2012
maydanoz yer misin?
hadi diyorum çenemi tutayım, laf etmeyeyim ama yok. yahu kardeşim bir işi ilk kez senin yapmış olman, o işi en iyi senin yaptığın anlamına gelmez. bunu öğren artık. vay efendim "benden gördü, özendi". ee? yani? senden daha iyi kotarıyor ama, onu nasıl yapıcaz?
Salı, Temmuz 24, 2012
hıyar
"sulu insanlara neden hıyar denir? çünkü hıyarın %98'i sudur."
okulu hiç özlemedim ama fikri hoca geyiklerini çok özledim.
salı sallanır
meraba naber?
aslında blogumu seviyorum bak. gerçekten. ama şöyle klişe bir gerçek var ki "ben sana blogger olamazsın demedim, ben sana güncelleyemezsin" dedim.
olan bitenlerden bahsedecek olursak ciddi anlamda hayatımda köklü değişimler oluyor, olmak üzere. bahsetmek istediklerim ve bahsetmek istemediklerim diye ikiye ayıracak olursak 2. grubun ilk sırasında yüksek lisans başvuruları geliyor. bugün mesai bitimine 2 dk kala girdiğim enstitüden 3 bölüme başvurmuş halde çıktım. ve o inanılmaz sürprizle karşılaştım. 3 bölümün de mülakat tarihleri aynı gün aynı saat. ağızlarını, burunlarını dağıtmak istiyorum. nasıl bir mentalitedir anlamıyorum. anlayan el sallasın bana merhaba der gibi. daha başvuracağım başka okullar da var. kader, kısmet, nasip vs.
mesela şöyle de başka bir gerçek var ki aynı siyasi görüşten olmayan bi akrabanla vakit geçirmek insanı intiharın eşiğine sürükleyebilir. hayır, ben esasen tahammülsüz biri değilim ama o köşeye sıkışmışlık hissi berbat bir şey. karşında senin görüşünün tam zıttını delicesine savunan biri var. söylediklerine karşılık veriyorsun. ama durmuyor, susmuyor ve hani onun gözlerindeki giderek büyüyen o hırsı görüyorsun. bi saatten sonra pes edip "hee" demeye başlıyorsun. ama o daha çok dırdır ediyor. kalkıp ortamı da terk de edemiyorsun. of çok beter ya. neyse bu konuyu kapatalım.
hadi görüşenzi.
Salı, Temmuz 10, 2012
muhtemelen herkes okumuştur yekta kopan'ın şu yazdıklarını. ama çok fazla doğru.
***
Sen,
Başka ne diyebilirim ki sana? Sen sen’sin, ben de ben. Biz olmak için gösterdiğim aptalca çabanın sonunda sadece bunu öğrendim. Ben ne yaparsam yapayım, sen tersini yapacaktın. Aramızdaki bu dengeli ters’lik asla değişmeyecekti, değişemezdi. Değişmemek konusunda gösterdiğin inada, ancak kendimle kalarak yanıt verebilirdim. Ama o zaman da bencillikle suçlanacaktım. Zaten öyle olmadı mı?
Başka ne diyebilirim ki sana? Sen sen’sin, ben de ben. Biz olmak için gösterdiğim aptalca çabanın sonunda sadece bunu öğrendim. Ben ne yaparsam yapayım, sen tersini yapacaktın. Aramızdaki bu dengeli ters’lik asla değişmeyecekti, değişemezdi. Değişmemek konusunda gösterdiğin inada, ancak kendimle kalarak yanıt verebilirdim. Ama o zaman da bencillikle suçlanacaktım. Zaten öyle olmadı mı?
Cumartesi, Haziran 30, 2012
Salı, Haziran 26, 2012
iflaholmaztoplayıcı
meraba.
ben dün bi'şey yaptım. tam bir "toplayıcı" olan ruhumu biraz olsun sakinleştirmek için topladığım onca şeyi çöpe attım. çocukluğumdan beri her şeyi biriktirmek gibi bir huyum var nedense. öyle ki biraz bi yerleri karıştırsam ilkokulda kullandığım defterleri bile bulabilirim. bazen yani daha çok sıkıldığım zamanlar biriktirdiğim şeylere bakıp hüzünlenir, "once upon a time in perse" moduna bağlarım. neyse asıl meseleye gelelim. biriktirdiğim çoğu şeyi attım. ve sanırım koleksiyonun en değerli parçası uykusuz'un ilk 3 yıllının eksiksiz arşivi. hatta 2-3 sayısı imzalıydı da. neden yaptım bilmiyorum ama attım gitti. şu an pişmanlık evresindeyim. geçmesini bekliyorum. hof. bari birine vereydim ya la :(
karıştırmalarım sırasında lisede kullandığım "eşşek" kadar ingilizce sözlüğün ilk sayfasına yazdığım iki satıra denk geldim. o zamanlara gittim geldim. kabul tam bi ergenmişim ama haksız da değildim.
sonra bi de ben bu aralar çok işsizim ya böyle de güzel bi kitap ayracı yaptım. yıhyıh ^^
Salı, Haziran 19, 2012
how is it going?
hof.
marmara üniversitesinin yüksek lisans başvurularını kaçırmam hiç hoş olmadı. bu konu koca bir öküz olup içime oturdu. olayı sindirdiğim zaman konuşalım.
sonunda eğitim-öğrenim hayatım bitti sevgili kardeşlerim. henüz bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu düşünecek fırsatım olmadı ama neyse. böyle bir tarif edilemez ruh hali içerisindeyim. garip. ikea reklamındaki uzayda dolaşan adam gibiyim. boşluk.
ayrıca belirtmeden geçmek istemem ki mezuniyetin dibine vurduk kankeytalarım. görüşenzi.
Salı, Haziran 12, 2012
Çarşamba, Haziran 06, 2012
bizim büyük çaresizliğimiz
bazen bi'şeyi çok istiyorum. ama olmuyor. hani istemek başarmanın yarısı falan değil. sıçsan %1'i bence. kalanı?
Pazar, Haziran 03, 2012
ne yaparsam yapayım, ne edersem edeyim değiştiremeyeceğim şeyler var ya hani
onlar asla bitmeyecek
büyümeye de çalışsam, anlamaya da çalışsam, alışmaya da çalışsam
hiçbir zaman beceremeyeceğim.
içimizdeki şeytanlara zülfikarlarla da saldırsak asla bizi yalnız bırakmayacaklar
ve
gözyaşlarımız
hiçbir zaman bitmeyecek.
Pazar, Mayıs 27, 2012
Fadime'nin düğünü
iyi geceler.
*
yorgunluktan ölüyorum. son 15 gündür yaşadığım acı dolu günler ve bi 15 gün daha yaşayacağım diğerleri. omaygad!
*
bazen gerçekten her şeyi "çok" biliyorum. ve itiraf ediyorum. şu tez olayında da başıma ne geldiyse çok bildiğim için geldi. insanlar aralık-ocak ayında tez konularını alıp yavaş yavaş başlarken ben sürekli "başka işiniz mi yok yea?" modundaydım. keza danışman hocamın da benimle aynı kafada olmasından mütevellit konu seçmem nisan ayını buldu. derken araya bi'şeyler, bi'şeyler girdi ve tabi ben çok bilerek "tez ne yea? iki gecede yazarım ben." türünden geyiklerime devam ettim.
*
teslim tarihinin 18 mayıs olduğunu öğrendiğim gün takvim yaprakları 10 mayıs'ı gösteriyordu. -of, bak o acı günü hatırladım yine. bi kötü oldum. bi fena oldum.- aynı hafta 15-19 mayıs tarihinde şenliklerin de olacağını öğrenmem olaya daha da farklı bir boyut kazandırdı. 11 mayıs'da literatür taramaya başlayarak çıktığım tez yolunda 17 mayıs gecesi saat 02:00 sularında mutlu sona ulaştım. ama o 6 gün öldüm öldüm dirildim. tez bir taraftan, okula gitmek zorunda olmam diğer taraftan, şenlik başka bi taraftan. ha, şimdi burda madem o kadar işin var şenlikte niye sürtüyosun kızım'cılar olursa, belirtmek isterim. yeni türkü la. gitmemek olur mu?
*
ayrıca ales ve kpds'nin de bu zaman zarfına denk gelmesi de ayrı bir güzel oldu. bir de onlara girdim, çıktım, bi bişeyler yaptım ama hatırlamıyorum. zira ales sabahı Galatasarayımızın şampiyonluğunun sarhoşluğu, kpds'den de 2 gün önce tezi teslim etmiş olmamın rehaveti ile hiçbir şey yapmadım iki sınavda da.
*
neyse işte; uykusuzluk, zamansızlık, sinir, stres ve kalan her şeyin boka sarması ... anlatıcak gibi değildi yani o günlerdeki durum.
*
derken bu pazartesi final tatili başladı. güya yatıcam, arada finallere kasıcam felan. nerde o güzel dünya? mezuniyet balosu ve kep töreni gerçekleriyle yüzleşmek. bitmek tükenmek bilmeyen alışveriş maratonu. hala da bitmiş değil bak bu maraton. delirmeye başladım ufaktan ama neyse. anlayamadığım şey nasıl bu kadar zor olabilir güzel bi elbise bulabilmek. "balo için elbise arıyorum" dediğim an insanların gözünde "sim, taş, pul" görmekten bıktım yemin ederim. "daha sade" deyince de yüzüme mal mal bakan gözler. tekstil sektörü bitiyor diye üzülürdüm. bu sim-taş-pul-payet çeşitlemesiyle çok bile yaşamış bu sektör. bu ne la? neyse bu konuda çalışmalarım sürüyor. inanıyorum o güzel elbiseyle karşılaşacağım bir gün.
*
pazartesi son final dönemim başlıyor. hani böyle "of son finallerim :(" moduna giren tipler var ya, çok şaşıyorum. ben "bitse de kurtulsak" modundan çıkamıyorum halbuse. neyse okulun bitmesi üzerine ayrı bir post "illa ki" yaparım. hatta kalanlar için "abi bu günlerin değerini bilin" geyiğini bile çeviririm. yıhyıh ^^
*
bi zahmet halimi özetler misin cınım ?
*
Cuma, Mayıs 11, 2012
Salı, Mayıs 08, 2012
iyi miyim?
gece geç bi vakit. hava temmuz kadar sıcak ve nemli. kendilerinden geçmiş insanlar parmaklarını kıpırdatabilme gücünü bulamıyorlar. hepsi donmuş gibi. oysa hava temmuz kadar sıcak ve nemli.
dünyada bir koltuk isterim kendime. bir yer. bir yer ki sadece bana ait. sadece beni hatırlatan. üzerinde sırtımı dayayabileceğim bir yastık. ve önünde ayaklarımı uzatabileceğim bir puf. benimle özdeşmeli bu koltuk. birisi ona dokunduğunda "orası onun yeri" diyebilmeli birileri. ve yokluğumda dahi birilerinin aklına gelmeliyim. oturup o koltuğa, kucağımda kitabımla, defterimle ve yahut bilgisayarımla saatler geçirebilmeliyim. dünyada hiçbr şey olmuyormuş gibi. sosyal medya bu kadar popüler ve şarkılar bu kadar arabesk değilmiş gibi.
birileri şu üç beş satırı katlanıp okuyabilmeli. bazen insan abuklaşabilmeli. koltuğuyla mutluysa daha derine inilmemeli.
Perşembe, Nisan 26, 2012
al bizi koynuna ipek yolları, üstümüzden geçiyor gökkuşağı
artık gerçekten dayanamıyorum, katlanamıyorum. kaçıp gitmek, bir daha da dönmemek istiyorum. neden üzülüyorum, neden kaybediyorum biliyor musun? çünkü iyiler kaybeder. iyi taraf her zaman kaybeder. çünkü iyiler adil dövüşür. tüm mesele bu. adil dövüştüğüm zaman ben de kaybediyorum. istemeden de olsa kazanmak için kötü oluyorum ben de bazen. ama artık istemiyorum böylesini. olanları olduğu gibi kabul ettirmek nasıl bu kadar zor olabiliyor? anlayamıyorum. demek ki insanlar gerçeklerden o kadar çok korkuyorlar ki yalanlara inanmaya bu kadar hevesliler. ve o kadar acımasız ki dünya iyi olmana izin vermiyor. istediklerini elde etmen için kötü olmaya zorluyor seni. eğer olamazsan ... bum ... ölüyorsun. her şey ölüyor. yatağına yatıp tavanına bakıyorsun. dibe vurduğunu düşünüyorsun, nefes alamıyorsun. tutsak hissediyorsun kendini. kendi evinde, kendi odanda. kaçmak kurtulmak istiyorsun. ama ona da gücün yok, biliyorsun. beklemen gerek. belki birkaç ay daha.
*
hani başta demiştim ya katlanamıyorum diye. düşündüm de şimdi, katlanıyorum işte bal gibi. hala şu an bulunduğum konumda olduğuma göre katlanıyorum. her gün insan kalbinin nelere katlanabileceğine şaşarak katlanıyorum.
*
Cuma, Nisan 20, 2012
Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar
merhaba,
*
uzun bir aradan sonra buralarda olabilmek ne güzel. vizelerimin bugün itibari ile bitmesiyle birlikte sonunda gecelerim daha laçka, gündüzlerim daha zinde olabilecek. güzel yani.
*
yapacak da ne çok şey birikmiş kardeşim. bu gece eve girince farkettim. yaklaşık bi 2-3 hafta önce bitirme tezimi aldım. henüz kendisiyle ilgili bi adım atmadım. en kısa sürede bir şeyler yapmaya başlamam gerek. zira erteledikçe "lisans tezini son gece yazan insan" olmam uzak bir ihtimal değil. idefix'de malumunuz büyük indirim var şu sıralar. güzel bir liste yapmaya çalışıyorum. ancak elimdeki para ile almak istediğim kitap sayısı arasında ters orantı olduğu için karar vermem zor oluyor biraz. birkaç gün daha üzerinde çalışmam gerekecek sanırım. kpds içinse umudumu yitirmiş değilim. çalışabilirim. son haftalarda kursa gitmeyi sürekli ertelesem de hala yapabilirim. çalışabilirim. oooğmm. (bilinçaltıma güzel güzel işlesin bu fikir). yaklaşık bi 10 gün önce üds açıklandı bu arada. beklediğim puanın yaklaşık bi 15 puan üstünde almam da güzel oldu. ha, bu söylediğime bakıp 90-100 aldığım sanılmasın. 65 almışım. ama gayet sevindim yani. bir kaç gün önce ekşi'de üds sonuçları hakkında yazılan entrileri okudum. allahım, o da ne? herkes 90, herkes 95. 80 alan kendi kendine triplere giriyor, üzülüyor felan, "bu sınavı da yapamayan..." geyiği dönüyor sürekli. bu sınavın türkiye ortalaması 35 la. daha neyin kafasını yaşıyorsunuz? ya ben gerizekalıyım ya da sözlükdaşlarımın hepsi doğma büyüme yunaytıd kingdım. daha da bir şey demiyorum. -farkettiysen sinirlendim-
*
neyse, hasılı yapmam gerekenlere nerden başlasam bilemediğim için bu akşam sadece mal mal tavana bakıyorum. özlemişim tavanımı. geçenlerde okula kişisel gelişimcilerden biri geldi. zoraki katıldım ben de verdiği seminere. kadının dediğine göre insan mutsuz olunca yere bakarmış. çok saçma değil mi? ben mutsuz olunca tavana bakarım mesela. ya da ne bileyim çok yorgun olduğum zaman ya da hiçbir şey yapmak istediğim zaman yatağıma sırtüstü uzanır tavanı seyredirim. dinlendirir beni. yanlış tespit yani. oldum olası inanmadığım kişisel gelişim şeylerine bu tespitten sonra sittin sene inanmam sanırım. üzgünüm.
*
şimdi sütümü içip, dişlerimi fırçalayıp tavanımı seyretmeye devam etmeliyim.
görüşmek üzere.
*
Salı, Nisan 03, 2012
Pazar, Nisan 01, 2012
-zelzele, kaymakam bey zelzele. +olabilir.
meraba blog, naber?
*
yarından itibaren vizelerim başlayacağından mütevellit ders çalışmam gerek. lakin daha başlamadım. her zaman olduğu gibi duyduğum pişmanlıktan ötürü kendimi nerelere atacağımı bilemedim. sonra dedim ki kendi kendime "kızım..." - ben kendime hep kızım derim- "kızım, sen blog sahibi insansın. ne düşünüyorsun kendini nereye atacağını?" hasılı kelam kendimi burda buldum.
*
öhöm. neyse. son günlerde ders çalışmamak için bol bol film izliyorum. onlardan bahsedeyim. ben ciddi anlamda bir "türkfilmisever"im. izlemediğim ya da haberimin olmadığı çok az sayıda yerli yapım vardır.
*
uzunca zamandır izlemek isteyip de bir türlü denk getiremediğim şener şen'in değirmen'ini izledim dün gece. azizim, izleyin bu filmi. değirmen, reşat nuri güntekin'nin aynı isimli öyküsünden uyarlama bir film. ben öyküyü okumadım. o yüzden uyarlamanın iyiliği ya da kötülüğü hakkında bir şey söylemem ama öyküyü okumayan biri için de gerçekten çok çok iyi film. 1986, atıf yılmaz yapımı. şener şen dışında tarık pabuççuoğlu, ali erkazan, serap aksoy gözümüze çarpanlar. filmin konusu ise devlet işlerinin nasıl yürüdüğü aslında genel olarak. olay, 1914 yıllarında sarıpınar kazasında geçiyor. beldede yaşanan ufak bir depremin ardından padişahtan kaymakama kadar tüm devlet teşkilatında yaşanan büyük olaylar anlatılıyor. daha fazla spoiler veremiyorum. çünkü olayları nasıl tarif edebileceğimi kestiremiyorum. -bazen etkileyici cümleler kuramıyorum da.-
*
*
siz, mutlaka izleyin. bana da "izledim" deyin.
hadi bana vizelerde başarılar.
görüşenzi.
Perşembe, Mart 22, 2012
basit
naber?
bugün ilk profesyonel iş görüşmemi yaptım. sonuç tabi negatif. ama olsun ilkleri severim. o nedenle buraya not düşeyim dedim. bir şeyler yazasım var ama aklımı toparlayamıyorum. başka zaman görüşürüz.
tutsam şu karanlığı, tutsam da yırtsam.
ah elim tutuşmasa, elini tutsam.
susmasan konuşsan, sesini duysam.
tutsam güzel yüzünü, bağrıma bassam.*
*bu şarkıyı da çok severim.
Cumartesi, Mart 17, 2012
meraba cumartesi!
evde geçirilen bir cumartesi için gerekenler sevgili kardeşlerim :
---------------------------------------------------------------------------
Perşembe, Mart 15, 2012
yeter yıldırım demirören.
selamlar.
..
bursa'da kitap fuarı var şu sıralar. bu sene ben şunu farkettim ki ben her sene bu fuar dört gözle bekliyorum, koşa koşa gidiyorum sonra beklentilerimin enkazı altında kalmış bir halde eve dönüyorum.
..
bir kere şu fuarda neden sahaflar stand açmıyor? biri izahatını versin ya. 200'e yakın stand içinde sahaf sayısı ya 5 ya 6. yani bu ne demek? her stand aynı. hep aynı kitaplar, hep aynı yazarlar. zaten ben onların kitaplarını okumak istesem gider bi kitapçıya alırım. o kalabalığa girmeme gerek yok. her yerde varlar nasılsa. ama benim asıl aradığım daha önce pek rastlamadığım kitaplar, eski basımlar, adını duymadığım yazarlar. böyle olunca benim boynum bükülmesinde kimin boynu bükülsün?
..
indirim mevzusu var sonra. her yayınevi %20 indirim yapıyor kitaplarda. ama az yani bu oran. hali hazırda zaten idefix'de %15 indirim stabil. ki keza diğer pek çok internet satış sitelerinde de durum öyle. yani hadi sahaf bulamadım bari ucuz kitap alayım mantığı da işlemiyor. ve ben boynu bükük halden agresif bir hale paralel geçiş yapıyorum bu durumda.
..
bir de öğrenci olayı var ki ... efendim, şimdi okullar kitap fuarına tur düzenlemişler. iyi, hoş. ama yani 1. sınıf, 2. sınıf öğrencisini orada zaptetmek takdir edersiniz ki pek kolay değil. öğretmenleri de haliyle çareyi çocukları ikili sıraya sokup o şekilde gezdirmekte bulmuşlar. zaten ortam kalabalık. bi standtan diğerine geçicem. o da ne? tren şeklinde bir grup küçük insan. bir de görseniz; böyle şaşkın şaşkın etraflarına bakınıyorlar, bir yandan öğretmenleri "sırayı bozmaağ" diye çemkiriyor felan. kötü ya, yazık resmen o çocuklara. hiçbir şey anlayamıyorlar ki. kimsenin mi aklına gelmemiş en azından çocuk kitapları standlarını bir yerde toplamak acaba? merak ediyorum.
..
fuarın hali böyleyken ben de ancak 3-5 parça bir şey alabildim. gaza gelip 3 tane kpds kitabı almışım ki çıkışta "neyse ya sınavdan sonra satarım. tertemiz kitaplar nasılsa, iyi para verirler" diye aklımdan geçirirken yakaladım kendimi. bir insanın gazı bu kadar mı çabuk söner? bilinçaltım direkt sinyal vermiş, nasıl olsa bunlar çözülmeyecek diye. tey allahım!
..
ancak şu kitap ayracına bayıldım. bir yüzünde jaws'ın afişi, diğer yüzünde jailhouse rock'ın afişi. enfes.
..
Cumartesi, Mart 10, 2012
fırında tatlı tatlı kızardığı için adını utangaç mırnav koydum.
selam.
farkettim ki ben buralara uğramayalı 1500 yıl olmuş. "peki perse, bu 1500 yıl boyunca buraya iki satır yazmadın da daha önemli ne yaptın allasen?" diyebilirsiniz. ki ben olsam daha sert konuşurum.
peki neler yaptım? öncelikle biraz şehirdışına çıkıp ruhumu dinlerdirdim. zira çok yoruluyor malum. okula git, eve gel, dışarı çık, eve gel, ye, iç, devir totoyu yat. bunlar hep ruhu yıpratan şeyler. neyse. her şey çok güzeldi.
şimdilerde ise nedense 3.5 yıldır doğru düzgün hiçbir aktivede bulunmadığım sınıf arkadaşlarımla bi sosyallik içindeyim. birlikte gezmeler, yemekler, içmekler, oyunlar ve sonsuz planlar. sonumuz hayır olsun.
haftaya üds var. ve ben hala evde kendi çabamla hiçbir şey yapmadım. haftasonları kursta ne yaptıysam bugüne dek elimde olan o. bi de utanmadan gazeteden kupon felan biriktiyorum. kpds kitap seti alıcam da sınav kazanıcam. tey allahım. artık kendimden ve yapabileceklerimden ürküyorum.
bugün kitap fuarı başladı. pazartesi keşfe gitme niyetindeyim. şöyle erken saatlerde, pek kimseler yokken gidip derin araştırmalar yapmak hedefim. kendime ve kredi kartıma güveniyorum. tanrı bizi kutsasın.
mütemadiyen dizi izliyorum. artık beynimdeki dizi-sezon-bölüm korelasyonu tanımlanamaz bi halde.
daha önce bunu farkettiniz mi bilmiyorum ama birbirlerinden nefret eden insanlar en çok birbirlerine benziyor.
hoşçakalın.
not: ben bunları yazarken tv'deki çizgifilmde aynen şu cümle geçti. kafamda dönüp duruyor. "fırında tatlı tatlı kızardığı için adını utangaç mırnav koydum".
alla alaaaaa.
Pazar, Şubat 19, 2012
Perşembe, Şubat 16, 2012
çılgın kalabalıktan uzak
sıkılıyorum.
bir süredir mütemadiyen sıkılıyorum.
aslına bakılırsa ciddi anlamda bir insanın mutlu olması için gereken her şeye sahibim. bunu adım gibi bilirken hissettiğim bu sıkılma duygusu bencillik, kıymet bilmezlik gibi geliyor ve dillendirmeye utanıyorum. çünkü biri "neden?" dese verecek cevabım yok. sorun ne, bilmiyorum. o derece rezil bir durum.
sorunumun ne olduğunu düşünürken şöyle bir şey okudum.
"insanlar kendi hissettiklerinin bir başkası tarafından dile getirilmesine bayılırlar. kendinde görüp içine attığın bir bokun aynısını başkasında görünce sevinirsin, "aa evet lan" dersin. zira adı koyulmuş olur o hissin. peki ya o hissettiğin şey başka kimsede yoksa? veya onu dile getirebilecek cesarette bir başkası yoksa? sen söylediğinde de bön bön yüzüne bakıyorlarsa? o zaman ne olur?
yalnızlık. "
yalnızlık. "
ama bunun bi sorun olmaması gerek. zira herkes yalnızdır. "yalnızlık ömür boyu". bazı insanlar her ne kadar aksini iddia etse de ben hala böyle olduğunu düşünüyorum. herhalde ömür boyu da böyle düşüneceğim.
yalnızlığı bu kadar sorun edenleri de anlayamıyorum. bazen sıkıcı olabilse de güzel bir şey aslında. bazı insanlar deli gibi korkuyor yalnız kalmaktan. sizi sadece yalnızlıkları geçene kadar yanlarında tutuyorlar mesela. fark ediyorsun da işte ... sürekli kalabalığı hissetmenin nesi güzel ki? ya da yaşama sebebini bir insana veya bir duruma bağlayanları cidden anlayamıyorum. zira bizi ayakta tutan iki şey vardır. sağ ayak ve sol ayak. kimsenin varlığı değil.
yalnızlık hep var. sadece kabullenmek işleri kolaylaştırır.
not: konu sıkılmaktan nerelere geldi ya? gideyim de güncellenen blogger arayüzünü deneyeyim. sıkıntım geçsin. bayılazaam.
görüşürüz.
Salı, Şubat 14, 2012
tereddüt
aşk, tereddütlere aman vermeyecek kadar kesin bir duygudur. Lakin şu şarkı çok fazla güzeldir.
işte göründü yine, ürkek ve dalgın aşık
kendi yangınından kaçak, mendilini yakıyor bak
tereddütle seviyor
gözleri yaz gecesi, saçlarında yıldızlar
yorgun ve mahçup sesiyle diyecek çok sözü varken
tereddütle susuyor
hayallerinde vardı, böylesi bir sevdaydı
öyleyse şimdi gönlü niye böyle karışıyor?
bir adım ötesi dönüşü olmayan yolun başında
ya özgür, ya tutsak ve sarhoş bir sevdanın peşinde
zaman duruyor işte o an
bir adım ötesi dönüşü olmayan yolun başında
ya da korkularına mağlup kırk küsur yaşında hayat dokunuyor yüzüne
gecikmiş bir keder gölgesiyle
işte göründü yine, ürkek ve dalgın aşık
kendi yangınından kaçak, mendilini yakıyor bak
tereddütle seviyor
gözleri yaz gecesi, saçlarında yıldızlar
yorgun ve mahçup sesiyle diyecek çok sözü varken
tereddütle susuyor
hayallerinde vardı, böylesi bir sevdaydı
öyleyse şimdi gönlü niye böyle karışıyor?
bir adım ötesi dönüşü olmayan yolun başında
ya özgür, ya tutsak ve sarhoş bir sevdanın peşinde
zaman duruyor işte o an
bir adım ötesi dönüşü olmayan yolun başında
ya da korkularına mağlup kırk küsur yaşında hayat dokunuyor yüzüne
gecikmiş bir keder gölgesiyle
Perşembe, Şubat 09, 2012
naber co?
hello.
*
tatil bu kadar güzelken bir kaç gün sonra dönemin başlayacağı gerçeği tüm yaşama sevincimi alıp götürüyor. düşündükçe yataktan çıkasım, pijamalarımı çıkarasım gelmiyor. ben de mütemadiyen pijama-çay yaşıyorum.
*
hava yeniden çok soğuk. her dışarı çıkışımda "ben bu soğukta neden yün içlik felan giymiyorum ya?" sorusu geliyor aklıma. kederlenip üşüyerek yoluma devam ediyorum sonra.
*
dün berlin kaplanı'na gittim de pek pek beğenmedim esasen. aslında kafalardaki "almancı" modeli yakalanmış da ne bileyim ... sanırım benim sorunum filmlerden beklentimi çok yüksek tutmam. bir film izledim, hayatım değişti demek istiyorum. ama izliyorum, izliyorum değişen bir şey yok.
*
çok beğenmeli filmler izlemek istiyorum bu günlerde. iki gündür film izlemek için adım atıyorum. lakin seçim yapamadığım için film izleyemiyorum. böyle bi kısır döngü içindeyim. kötü oluyor.
*
üds'nin yaklaşıyor olma gerçeği de tokat gibi iniyor yüzüme. bi kötü oluyorum, bi fena oluyorum.
*
ve hakan bıçakçı.
bu adamı okuyalım kardeşlerim.
*
sanırım bahsedecek daha ilginç bir şey yok.
kaçanzi.
Pazartesi, Şubat 06, 2012
armut
ciddi anlamda sıkıntılı günler yaşıyorum.
*
her şey planlarım dahilinde ilerken bi tane gerizekalı ders yüzünden okulum uzuyor sanırsamsa. ve bu durum moralimi çok, çok bozuyor.
hal bu kadar vahimken insanların umursamazlıklarını görünce kusasım geliyor. kimileri statülerine güvenerek aşağılayıcı konuşabileceklerini zannediyor. halbuse bakıyosun, gerizekalının teki yani.
*
çok moralim bozuk. sanırım daha fazla konuşamiciim.
durum böyleyken böyle.
naber?
*
yeni aldığım bi haber karşısında şaşkınlıktan ölüyorum şu an. gerçi haber eskimiş ama be yeni duydum. bir hobi olarak gündemi 1 ay sonradan takip ediyorum da. neyse. biraz önce mezun olduğum lisenin internet sayfasına girdim. amacım öyle ne olmuş, ne bitmiş bi göz atmaktı. lakin ne göreyim azizim? okulun adını değiştirmişler. şaka gibi.
*
ben türkiye'de onlarcası bulunan milli piyango anadolu liselerinin birinden mezunum. ayıptır söylemesi kendisi bursa'nın en kuul okullarındandır. spor salonu, futbol- basketbol sahaları, tenis kortları felan. ismi külttür yani. hatta çoğu yerde hala faydasını görürüm isminin. lakin bi baktım o isim artık yok. yeşilay'ın önerisiyle milli piyango ismi kumarı çağrıştırdığından milli eğtim bakanlığı ile maliye bakanlığının imzaladığı bi protokolle milli piyango idaresinin yaptırdığı tüm okulların isimleri van depreminde vefat eden öğretmenlerin isimleriyle değiştirilmiş. hatta ki bursa nüfusuna kayıtlı bir şehit öğretmen olmadığından mütevellit bizimki denizli'ye kayıtlı bir öğretmenin ismini almış. olaya gel. ne kumarı ya? ne kumarı? 4 yıl okudum, halen poker nasıl oynanır bilmiyorum mesela. ya da ne bileyim arkadaşlarımın hiç biri bi serdar ortaç bi mehmet ali erbil değil. bu neyin kafası? tamam şehit öğretmenlerimizin isimleri yaşatılsın ama böyle olur mu kardeşim? yeni okullara verilsin bu isimler.
*
bilmem kaç yıllık lise bu ya. bilmem kaç tane mezunu var. bi gün bi bakıyosun "mpal" yok. lisedeyken bizim kantinin fahiş fiyatları yüzünden kantincinin bir gün okulu kökten satın alıp ismini özyaylacılar olarak değiştireceğini düşünürdüm ama bu ihtimal hiç aklıma gelmemişti. ne günlere kaldık?
*
hasılı, yıllar önce yıllık için yaptığımız şu şebek hareket de gerçek olmuş oldu. adam asılmış. mpal ölmüş.
*
şimdi dağılalım.
*
Cuma, Şubat 03, 2012
beni siz delirttiniz. evet, evet. siz.
melaba. ben çok sinirli perse.
--
türkiye'nin en büyük problemi, hatta belki de dünyanın, çok bilen insanlar. yani sabredeyim diyorum, ses etmeyeyim diyorum ama yok. deli oluyorum. katlanamıyorum. insanlar senin eğitimini aldığın konularda, senin mesleğinin geleceği hakkında, senin sanayideki yerin hakkında kalkmış sana ahkam kesiyor. olayın böyle olmadığını tatlı dille, insan gibi anlatmaya çalıştığında da gurur yapıp saçma sapan çemkiriyorlar -ve asıl acı olan- bildiklerinde ısrar ediyorlar. beni de deli ediyorlar. ben çıkıp, ben doktordan daha iyi açık kalp ameliyatı yaparım diyor muyum? hayır. o zaman sen neden bunu yapıyorsun güzel kardeşim? sözlükteki troller hayatı çekilmez kılıyor böyle. ve sadece sözlükler değil, dünya trollerle dolu. yazık.
--
görüşürüz. ben hala çok sinirli perse.
Çarşamba, Ocak 25, 2012
naber barış bıçakçı ?
barış bıçakçı'yı sevmemin nedenini düşünürken yakaladım biraz önce kendimi.
*
aslında kasvetli şehirler, birbirleriyle dipdibe olan evler oldum olası irrite etmiştir beni. nefes alamam hiç oralarda. ankara gibi. ya da cemil'in yaşadığı toplu konutlar gibi. öyleyse neden seviyorum ben bu barış abinin yazdıklarını? bulamıyorum kesin cevabı. sevdiğim şey sıradanlıklar içinde sıradan olmaya çalışan marjinal karakterler mi? yoksa o karakterlerin fazla gerçekliği mi? bilmiyorum.
*
okuduklarımın değerlendirmesine gelelim şimdi:
*
*
birkaç saat önce bitirdiğim sinek ısırıklarının müellifi'nden başlasam daha iyi olacak sanki. açık sözlü olmak gerekirse tam da beklediğim gibi bir roman. barış abinin sevdiği tip karakterler. toplu konutlardaki tekbaşınalık. sanırım bu kelime grubu özetliyor cemil'in hayatını. nazlı ile olan aşkları ise bana göre en az ankara kadar kasvetli ve soğuk. nazlı biraz daha başka türlü olmalıydı. biraz daha cemil gibi.
*
ve şu satırlar ise çok güzel : "hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret. periyodik tabloyu ezberlesek yeter. evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? anlam ağırdır... dibe çöker. falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar."
*
gelelim aramızdaki en kısa mesafe'ye. çocukluğundan ergenliğine, oradan da gençliğine, yetişkinliğe atlıyor bu kitapta bay bıçakçı. onun hatırladıklarını okuyunca siz de başka şeyler hatırlıyorsunuz ve ürperiyorsunuz. hüzünle okuyorsunuz bu kitabı. her bölümün son cümlesi kağıt kesiği etkisi yaptı bende. yara bantlarınızı yanınızda bulundurun okurken.
*
baharda yine geliriz. okuduklarım içinde en vasatı sanırım. ya da ben okumadan önce beklentilerimi biraz fazla tutmuşum. bilmiyorum. bu kadar güzel ve naif bir isme ve puslu ve kışkırtıcı bir kapağa sahip bir kitaptan az şeyler beklemem mümkün mü peki? aklımda kalansa tek bir cümle. "insan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
*
ve son. aslında barış bıçakçı'yla tanışmam bizim büyük çaresizliğimiz ile oldu. utanç verici biliyorum ama onu bile çok geç keşfettim. önce kapağına vuruldum kitabın, sonra ender ve çetin'in dostluğuna. ya da daha doğru bir anlatımla ender'in çetin'i ve aralarındaki ilişkiyi masalsı anlatışına. o kadar gerçekçi bulmuştum ki yazılanları. kendime bile şaşırmıştım. aslında okumayanlar için fazla bir spoiler içermesin istiyorum bu yazı ama elimden gelmiyor. ender'i anlatmayı ve anlamayı reddetmek mümkün değil. aslında okurken ilgimi çeken satırları çizerim ama nedense bu kitapta tek bir izim yok. olaya kendimi fazlaca kaptırdığım burdan bile belli olabilir sanırım. ama hatırladım bir kısım var. çetin ender'e diyordu. "dostum, her şeyin farkında olduğun için mi yalnız ve mutsuzsun?" ender tam da böyle biri benim için. kırılgan ve sessiz. ama bir o kadar da kuul.
*
bir de filmi var bu kitabın. yönetmeni seyfi teoman. üniversitedeki film festivali sayesinde sinema atmosferinde izleme şansı buldum ki bunun için oldukça şanslı hissediyorum kendimi. her kitap uyarlamasında olduğu gibi eksikler var muhakkak. ama benim şu ana kadar izlediğim uyarlamalar içinde kafamda kurguladığım ile en paraleli. özellikle ender'i oynayan ilker aksum. başka biri bu kadar ender olamazdı sanırım. izleyin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)